Hangi Yalnızlığın Başkenti Tomris?




Hüseyin Cengiz’in Yalnızlığın Başkenti romanı[1] Cemal Süreya üzerine bir biyografik roman. Şairin Türkiye’nin travmatik ve puslu günlerinde geçen çocukluğunu, Dersim’den Bilecik’e sürülmelerini, üvey annesinin gaddarlığını, sonraki yıllarda çalışma hayatını ve ille de gönül ilişkilerini mercek altına almış yazar. Bir başka deyişle Yalnızlığın Başkenti, şairin iç dünyasına pek dokunmadan dışarıdan görünen yaşamını anlatıyor. Öyle ki Cemal’in darphane müdürlüğünü, maliyecilik günlerini uzun uzadıya anlatan bölümlerdeki ayrıntı zenginliği aynı yoğunluk ve özenle şairliğine gösterilmemiş. Hatta şairliğine dair pek az değini var. Aralara serpiştirilen şiirlerle Cemal Süreya’nın şairliğini verdiğini düşünen yazarın gönül ilişkisi anlatmaya hevesli kalemi, şiire miire takılacak türden değil. Bu nedenle şairin ve şair arkadaşlarının sanat dünyasından uzak durulmuş, hatta kaçınılmış roman boyunca. Ne var ki söz, şairin aşk hayatına geldiğinde titizlenen, sevgililerine ayrıntıyla eğilen bir romancıyla karşılaşıyoruz. Dolayısıyla roman boyunca şair Cemal Süreya’dan çok sevgili Cemal Süreya’ya rastlamamız bundan. Yazarın handiyse şairliği alınmış bir Cemal Süreya romanı yazdığını söyleyebiliriz. Bu iddiayı yakın arkadaşları Edip Cansever’le Turgut Uyar’ın adlarının roman boyunca sadece bir iki kere  geçmesiyle de güçlendirebiliriz. Aynı durum Tomris için de geçerli. Yazarın Tomris’i bir kadın olmanın ötesinde pek işlemediğini görüyoruz. Öyle ki Cemal Süreya’nın diğer sevgililerine daha yakın duran romanın Tomris Uyar’a fazla sokulmadığı, ona uzaktan baktığı çok açık. Elbette buradan hareketle şunu demiyorum: Edip’le Turgut’u, hatta Ülkü Tamer’i Tomris Uyar üzerinden anlatabileceği bir kurguya pekâlâ yönelebilir, bu sayede daha ilgi çekici olabilirdi. Hayır, demem o değil! Bunu bugün herkes dillendiriyor. Sanki Tomris bir erkek avcısıymış, 2. Yeni’nin geliniymiş gibi nice zırva bugün internet dünyasında cirit atıyor. Öyle ki Tomris Uyar’la ilgili bir arama yaptığınızda önünüze şöyle şeyler çıkabiliyor: “Tomris Uyar’a Göre Âşık Olunacak Erkeğin 20 Özelliği”, “Dört Büyük Şair ve Paylaşılamayan Kadın”, “Bir Adın Vardı Senin Peşinde De Üç Büyük Şair”



[1] Hüseyin Cengiz, Yalnızlığın Başkenti, Destek Yayınları, 17. Baskı, İstanbul 2018




Söz konusu Cemal Süreya’nın romanı ve diyelim ki hadi arkadaşları bir biçimiyle es geçildi de neden Tomris Uyar’ın hakkı verilmemiş? Sevgili yönüyle dahi şairin diğer sevgililerinden aşağı kalmazken üstelik… Hüseyin Cengiz’in bir kamera gibi göze hitap eden dışarlıklı kalemi; sanatı, sanatçıları, dolayısıyla içi, içteki sanatçı doğasını yetersiz anlatmış. Burası kesin ama Türk edebiyatının bu özgün öykücüsüne uzak durmasının başka bir nedeni olmalı. Sayısız çeviriye, öyküye, denemeye imza atan, özgür ruhlu, tutkulu aşkların kadını Tomris Uyar’ı bir roman karakteri olarak var etmemesi, onun kontrol edemeyeceğinden olsa gerek.  Öyle ya, Cemal’in diğer sevgilileri birer roman tipi mahiyetinde belirip kaybolurlarken yazarın Tomris’e bu kadarını dahi çok görmesi ondan çekinmesinden değilse nedendir?

Tomris’in öğrencilik yıllarından deli dolu aşkı Ülkü Tamer’le evlendiği, harika uyumlarına mis kokulu, güzel kızları Ekin bebeği de katarak sevgilerini çoğalttıkları bilinir. Ne var ki henüz birkaç aylık yavrularının sütten boğularak ölmesi genç çifte felaketi yaşatır ve aşkları bir daha canlanmamak üzere sönümlenir. Tomris’in yolu bu enkazın içinde Cemal’le kesişir.

 

“Sizi tanıyorum. Ben de Tomris.”[1]

 

Cemal’in Ankara’daki Sanatseverler Derneği’ne uğradığı gelişigüzel bir günde bu sözlerle ilk kez romana ve elbette şairin yaşamına dâhil edilir Tomris. İstanbul’da Baylan Pastanesi’nde giderek ilerler ilişkileri. Hâlâ Ülkü Tamer’le evli olan (Cemal de evlidir), edebiyat dünyasına henüz ismini duyuramamış, bu güzel ve yetenekli kadınla yaşayacağı fırtınalı aşk macerası yazık ki şaire biçilen şıpsevdi ve yalnızlığa dayanamayıp evliliğin dört duvarına da uyum sağlayamayan adam imajlarını güçlendiren bir ara düğüm olarak kalakalmış. Oysa Cemal Süreya’nın şairliğinde Tomrisli yılları öylesine parlaktır ki şiirden anlayan her okur bu ışığı görür. Sonuçta tırnak içine alınan, hayli bilindik şu ifadelerle romandan çıkarılır Tomris Uyar:

 

Doludizgin yaşanılan üç yılın sonunda aşk büyüsünü kaybetmeye, ilişki eskiyerek eksilmeye başlayınca “Türk edebiyatının en verimli aşkı” olarak tanımlanan beraberlikleri sona erdi.[2]



[1] A.g.e. s.145

[2] A.g.e. s.159




Hüseyin Cengiz tırnak içine aldığı bu basmakalıp ifadeyi kullanmak yerine neden bu aşkın verimliliğini anlatma yolunu tutmuyor da kolaya kaçıyor? Yazar, aşağıdaki meşhur şiiri romana katarken biraz olsun çözümleyebilse Türk edebiyatında bir aşkın nasıl verimli olabildiğine dair tutarlı bir tavır sergileyebilirdi.

 

Ayışığında oturuyorduk

Bileğinden öptüm seni

 

Sonra ayakta öptüm

Dudağından öptüm seni

 

Kapı aralığında öptüm

Soluğundan öptüm seni

 

Bahçede çocuklar vardı

Çocuğundan öptüm seni

 

Evime götürdüm yatağımda

Kasığından öptüm seni

 

Başka evlerde karşılaştık

İliğinden öptüm seni

 

En sonunda caddelere çıkardım

Kaynağından öptüm seni[1]

 

Cemal Süreya’nın bu dizelerini romana katmasıyla Tomris’in rolünü tamamen bitiriyor yazar. Haliyle oldukça güdük, sığ, baştan savma, “Türk edebiyatının en verimli aşkı” diye sloganlaştırılırken içi boşaltılan bu birlikteliğin roman gibi sonsuza açılan bir türde enine boyuna işlemesini beklerdim. Tomrisli yıllarında coşan, heyecan yüklü, hırslı, doyumsuz, sırılsıklam âşık, başı bulutlu şairin şiirine dair sözler etmesini beklerdim. Onun cinsellikle harmanlanmış dizelerinden söz etmesini beklerdim. Ne yazık ki bunların hiçbiri yok. Hüseyin Cengiz salt bir olay aktarıcısı olmanın ötesine geçmeyen, buna tenezzül dahi etmeyen, kalemini kronolojik akışa kaptırarak derin sulardaki cevheri göremeyen, ha bire gönül macerası arayan bir yazar olarak var ediyor Yalnızlığın Başkenti’ni.

 

Daha da acısı vardır ama

O da sevdiğin kadının

Karşı tarafı ziyaret etmesidir

Bu bir nezaket ziyareti de olsa

Düello gerçekleşmemiş de olsa

Acıdır bu

Ondan da ondan da[2]

 

Cemal’in tutku ve şiddet sarmalından usanan her kadın, hem romandan hem de onun yaşamından çıkarken şairi durgun bir suya dönüştürüyor yazar. Vereceği bütün tepkilerinde bastıramadığı bu iki duygunun davranışa dönüşeceğini biliyoruz artık. Yazar, bu sayede romanın denetimini kolaylaştırıyor. Öyle ki roman, gemleri sıkı sıkıya kontrol edilen uysal bir at. Ne var ki aslı öyle değil. Geçmişin izleri ve özellikle Tomris’inkiler Cemal’in yaşamından hiçbir zaman tamamen silinmiyor!

 

Başkaları da var masada

İleri geri konuşuluyor

 

Ötedesin o adamın duldasında

Gözkapaklarına bürünmüş adam

 

Eli her an omuzunda

Eğiliyor sigaranı yakıyor

 

Teşekkürler sigara dumanı,

Sağolasın adam!

 

Onunla gelmişin buraya

Yüzün yandan ve uzaklarda

 

Niçin sevmiyorsun duvar kâğıtlarını

Hoş belki de seviyorsun

 

Herkes az buçuk sarhoş

Herkes bir şeyler söylüyor

Ama yalnız ikimizin sözcükleri

Sarmaşdolaş

 

Üzerinden sevişmek, kadınım,

Sigaranın, Asya’nın, omuzların,

 

Üzerinden aile fotoğraflarının

Eller nasıl duygandır nasıl yalın

 

İki ses, iki bakış, gelişir nasıl

Tek bir cümle gibi, sözlere karşın

 

Sivri topukları nasıl ortasına

Gömülmüştür belleksiz halıların.[3]

 

Cemal’den kopmak üzere olduğu o günleri şöyle anlatır Tomris: “1966 yılında ben zaten Cemal Süreya’dan ayrılmak üzereydim. O da eşinden ayrılmıştı. İstanbul’a gelmişti çocuklarıyla. Burada tanıştık. Asıl tanışmamız herhalde o, çünkü o zaman daha bir yakın oturup konuşma fırsatını bulduk ve mektuplaşmaya başladık. Bu mektuplar önce sadece şiir üzerine mektuplardı. Hâlâ duruyor bende. Genellikle onun şiir üzerine düşünceleri, benim onun şiiri üzerine düşüncelerim... Ve anladığım kadarıyla çok sıkışık bir dönem geçiriyordu. Yani evlilik hayatında bir süredir yaşadığı tedirginlik ve uyumsuzluk şiirini de etkilemişti, yedi yıldır şiir yazmıyordu. Esin periliği olarak ifade etmek istemiyorum ama herhalde çok konuştuğum, çok dürttüğüm, yazmasını çok rica ettiğim için diyeyim, yavaş yavaş şiir yazma isteği yeniden doğdu.”

Ne var ki Tomris, Cemal’in evinden çıkıyor çıkmasına ama gönlünden değil... Ondan sonra da, örneğin Ölmeme günü yıldönümlerinde, defalarca görüşüyorlar. Evet, Tomris, yakın arkadaşı Turgut’un sevgilisi ve eşi oluyor. Aşkın Turgut haline göreyse Tomris, sevilmeye doyulamayan, göğü büyüten, bırakılmış bir köşebaşının en güzel tanımıdır.[4]

Ne var ki Hüseyin Cengiz’in Yalnızlığın Başkenti romanında Tomris, Cemal’in herhangi bir sevgilisi gibi gösterilerek hem yanlış tanıtılmış hem hakkı yenmiş bir tarihsel kişi olmuştur.   



[1] Cemal Süreya, "Sayım", Sevda Sözleri, YKY, 28. Baskı, İstanbul 2006, s.119

[2] Cemal Süreya, "Düello", Sevda Sözleri, YKY, 28. Baskı, İstanbul 2006, s.138

[3] Cemal Süreya, "Üzerinden Sevişmek", Sevda Sözleri, YKY, 28. Baskı, İstanbul 2006, s.151

[4] Turgut Uyar, "Tomris Uyar İçin Bir Şiir Kurma Çalışması", Büyük Saat, YKY, 8. Baskı, İstanbul 2009, s.393


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder