Sanata adanmış altmış beş yıl: ERGUN EVREN



Birazdan yanıma oturacak, şimdi tam karşıma oturmuş açılışı yapmamı bekleyen koca şair. Salonun yeterince kalabalık olmamasına ne kadar aldırıyor bilmiyorum; ama bu sayısal yetersizlikten kendi adıma feci utanç duyuyorum. Memlekette futbola biçilen değerin binde birinin kültüre, bilime, sanata verilmediğini bilsem bile binde birlik kesimin ilgisinin daha belirgin olmasını beklediğimi itiraf edeyim.
Mavi zemin üzerinde kâğıttan bir kayık ve üzerinde Buyruksuz Düşünmek yazılı şiir kitabının yanında notlarım duruyor. Daha ne bekliyorum? İnsanlar homurdanıyor mu, gözleri hepten üzerimde mi bilmiyorum. Kulağımda çınlayan seslerle kendime soruyorum: “Nabzımın bunca hızlı atması doğal mı?”
Bir yerden başlamam gerektiğini biliyorum. Madem masaya ben oturdum ve herkes gözlerimin içine bakarak sunumumu bekliyor, çaresiz başlayacağım. Derin bir nefesle başlıyorum konuşmaya. Sesim evvela kendime bile cılız gelse de insanların yüzlerindeki doğallıkla sesimden, yaptığım işten memnuniyet duymaya başlıyorum. Kolay mı, kültür yaşamımızın birçok alanında iz bırakmış koca bir şairi Ankaralardan buralara kadar taşımak.
“Sanata adanmış atmış beş yıl.” İlk tümcem bu. Metni oluştururken karalamadan yazdığım belki de tek tümce buydu. Dile kolay! “1936’da doğdu Ergun EVREN. Türk Dili, Varlık, Yeditepe gibi önemli dergilerde şiirleri yayımlandı. Yazdığı şiirlerden biri nedeniyle ta Mersin’e gelen Nurullah ATAÇ’la yakınlıklarını yazarın ölümüne değin Türk Dil Kurumu Dergisi’nde sürdürdüler. On dokuz yirmi yaşlarında Ankara Radyosu Çocuk Saati’nde Tahsin TEMREN, Mahir CANOVA gibi otoritelerden dersler aldı. 1964’te TRT’ye girmesiyle bu adlara Nurettin SEVİN, Suat TAŞER, Refik Ahmet SEVENGİL, Turgut ÖZAKMAN, Mahmut Tali ÖNGÖREN gibi yeni ustalar eklendi ve Turgut ÖZAKMAN hocanın verdiği bir ödev sonucunda Türkiye Radyoları’nın ilk müzikli oyun yazma onuruna erişti.
Türkçeye verdiği değeri gerek sanat ve günlük yaşamında gerekse de TRT’de göstermesinden Suut Kemal YETKİN ve Hamdullah Suphi TANRIÖVER’le çalışma olanağı buldu. İlerleyen yıllarda Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde öğrenciyken Prof. Dr. Suat SİNANOĞLU, Prof. Dr. Samim SİNANOĞLU, Prof. Dr. İrfan ŞAHİNBAŞ, Prof. Dr. Bedrettin TUNCEL gibi çok değerli hocalardan dersler alırken TRT ve basın mensubu olması dolayısıyla bu isimlerle birlikte çalışma olanağına da erişti. Yine öğrenciliği sırasında Orhan BORAN ve Halit KIVANÇ’la önemli gecelerin sunuculuklarını gerçekleştirdi. Film seslendirmeleri yaptı.
1997’de özel istekle Kültür Bakanı İstemihan TALAY’ın basın danışmanlığı görevine getirildi. 2001’de TRT’den emekli olduğunda şiir, deneme, öykü, oyun, müzikli oyun, söyleşi, radyo notları türlerinde yapıtların sahibiydi.
Notlarımı tamamladığımda ilke kez gözlerimin içine baktığını fark etmemle TRT’ye ömrünü vermiş bu koca devin karşısında, onu ona anlatmanın riskini nasıl omuzladığıma ben de şaşırıyorum. Neyse ki işin tehlikeli denebilecek kısmını ardımdan bırakmanın olağanüstü rahatlığına sahibim. “İzninizle Ergun EVREN’i davet ediyorum,” dememle alkışlar patlıyor. 


Alkışların dinmesiyle söze girmesi bir oluyor: “Değerli konuklar….” O eğitimli TRT sesiyle dinleyenleri kendine hayran bırakıyor; gelgelelim çok geçmeden, uzun süre koşmuş biri gibi dinlenmek için soluklandığında zamanın boş durmadığını kekelemelerinden, takılmalarından görebiliyoruz. Konservatuarda hocalık yapan kızı Naz EVREN DURANOĞLU’ndan biliyorum, yakın zamanda beyin kanaması geçirdiğini ve dilinin sürçmelerinin bundan sonra başladığını. Kendi de bu duruma işaret ediyor şaka yollu, geçirdiği rahatsızlığa değinmeden. “Bu kekeme adam nasıl olur da yıllarca TRT’de çalışmış demezsiniz umarım.”  
Isınma sözlerinin ardından gerçek bir giriş yapıp üniversitenin ve kentin tek konservatuarının gelişmesi için gecesini gündüzünü veren Aydın İLİK’ten bahsederek sözünü genişletiyor: “Yiğit insandı. Duygulu insandı. Memlekette andığımız, kıymet verdiğimiz kaç tane insan kaldı? Diğerlerini anıyor muyuz?”
Gözlüklerini düzeltip kâğıtlarını önüne sıralayarak günümüzün yoksun kaldığı, kendi yaşamında taparcasına öncelediği “hoşgörü” kavramı üzerine yıllar önce gerçekleştirdiği örnek radyo programlarından birini sunacak bizler için. “Evet, sevgili dinleyicilerim,” demesiyle gözlerimizi kapayıp kayıp zamanların o masal radyosuna odaklanıyoruz.  
“Hoşgörü üzerinde durmalıyız mutlaka. Aşk sözünden ürperen insanlar çoğaldı artık. Mutlulukların, sevişmelerin, bir olmaların zamanı geçti mi? Bunlarda size yabancı gelen ne var? Mutluluk bunlardan doğar. Duygulu ruhların tükenmez hazinesidir, hoşgörü.
“Evet, sevgili dinleyicilerim, hepinizin bildiği gibi bu yıl hoşgörü yılıydı. Sözlerime hoşgörünün ruhundan, anlamından, felsefesinden girmeye çalıştım. Büyük Larousse demokrasi gerekleri, tolerans, yüce gönüllülük gösteren, din vicdan özgürlüğüne saygı, açık sözlülük olarak tanımlıyor hoşgörüyü.
“Hiç unutmam lise son sınıf öğrencisiydim ve edebiyat dersinde Ümit Yaşar OĞUZCAN’ın bir şiiri üzerine öğretmenimle karşı karşıya gelmiştim. Ümit Yaşar’ın bu şiiri üzerine sorduğu soruya “Ne derin şiirdir” deyince öğretmenim “Hadi canım!” deyip geçmişti. Edebiyat öğretmenimin ne düşündüğünü merak ediyordum elbette; ama soramazdım ki “Siz ne anladınız öğretmenim bu şiirden?” diye. Oysa anlamalıydı öğretmenim şiirinden, resminden… Ümit Yaşar’ın şiiriyle öğretmenimin anladığı birbirini tutmuyordu. Ümit abi, bir döneme şiiri sevdiren, şiirini hiçbir şeye alet etmeyen birisiydi. Benim de Varlık’ta yazmaya başladığım zamanlardı. Bir edebiyat öğretmeninin sağdan soldan duyduklarıyla konuşmaması, ezbercilik yapmaması lazım. Hoşgörülü yaklaşmalı, şiiri sevse de sevmese de en azından sanatsal açıdan değerini bize anlatmalıydı. Hâlâ böyle düşünürüm. Sanat özgürlük ister. Biz eğer ezberci bir kitle olmayıp da karşı duran, kendi fikrimizi rahatça söyleyen bir ulus olsaydık buralarda kalmazdık.
“Tanımları dinledik, tanımlara göre insanın kavgasız, hınçsız yaşamasının en önemli kuralı hoşgörüdür. Hoşgörüsüzlüğün en önemli sonucu savaş, terördür. Ancak hoşgörüsüzlüğün kaynaklarından birazı da yeteneksizlikten doğar diyorum. Anne baba, öğretmen karşısındakini anlamazsa azara başvurur. Oysa başvurduğu, kendi yeteneksizliğinin göstergesidir. Sus, sus, sus diye diye büyüyen bir toplum görüyoruz bugün. Neden kavga ediyoruz bu kadar? Sen evladına evde sınıfta ne yapıyorsun? Gerçekte en büyük suçumuz çocukları azarlamak, en kötüsüyse onlara doğruyu söylememek.
“Kubilay’dan Sivas’a kadar hoşgörüsüzlük görülür. Tüm soruların yanıtları aynı anahtar sözcüğe çıkıyor: hoşgörü.”
Atmış beş yılın birikimini bir, bir buçuk saatlik söyleşiye sığdırmak ne mümkün? Kendi şiirlerinden beş altı tanesini okudu, babasının Çermik Köy Enstitüsü’nü kuruşunu, kan davasına bizzat komşu olmalarını, ünlü şairlerle yazarlarla sürdürdüğü dostluklarını… Sürpriz ise onun radyo programı dışında hiçbir yerde kaydı tutulmamış Can YÜCEL’in “Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim” şiirini kendi sesinden dinlettirmesiydi. Evren de güç biter, Ergun EVREN’de söz bitmezdi.
Sanat dolu daha nice yılların olsun koca çınar ve sonsöz gene senden olsun.

NOT 1: Buyruksuz Düşünmek’i okurken –ki kitapta otuz sekiz şiir var- bir dize beni resmen uçurmuştu. Aradan epeyce zaman geçti; ama yeniden okurken aynı dizede yeniden çarpıldığımdan bu şiiri seçtim. “Karanlıkta sustun mu bitersin…” dizesi benim için hâlâ çok özeldir.
NOT 2: Bu yazı 11 Mayıs 2016’da Ergun EVREN’in ZOKEV’in davetlisi olarak Zonguldak’ta gerçekleştirdiği söyleşi & imza günü etkinliği kaynak alınarak oluşturulmuştur.

Vardiyalar

Zehir gibi kalleş bir vardiya şimdi masamızdaki
Yarısı yırtık pırtık, yağlı pis bir akşam
Vurulan soğanların cücüğünde bir kömür kırmızısı
Yok paletlerinde üstlenen renklerde göz ağrıları
Yok simsiyah ellerinde
Soluğu duman duman bir adam/it gibi
İt gibi soluğu kapkara
Ve uykularında derinlik, yalnızlık korkuları bir de
Bir ocak buluşması gözleri
Hiç çıkmayan aklınızdan
Karanlıkta sustun mu bitersin…
Grizu gürledi mi…
Gözlerin mi tutuşmuş senin?...
Kömürlere mi bulaşmışsın ne?...
Suratında hep o küstah tenhalık
Karanlıkta sustun mu bitersin…
Hadi
Bir şeyler söyle…

                                                    Ocak1999[i]



[i] Ergun EVREN, Buyruksuz Düşünmek, İnova Yayınları, 1. Basım, Ankara 2012, s. 19

1 yorum:

  1. Söylenebilecek birçok şeyi yazmışsınız zaten, kaleminize, yüreğinize sağlık. Ergun Evren Türkiye'nin yetiştirdiği, bilenlerin tanıyanların önünde saygıyla eğildiği bir büyük üstaddır. Kendisini saygıyla anıyorum ve upuzun bir ömür diliyorum. Ondan öğrenilecek çok şey var daha.

    YanıtlaSil