Sakın ha!
Okumayı bıraktın değil mi? Aferin, biz birbirimizi
başka türlü de anlayabiliriz. Ne gerek var, okumaya. Bugün bir yazı okuyan
yarın kitap da okur. Hele hele bugün yazı yazan, yarın kalkar kitap yazar.
Ağzımdan yel alsın.
İyi ki bıraktın okumayı, hep bilinen şeylerden
bahsedecektim zaten. Şunu yapmayın, bunu yapmayın… Ivır zıvır. Faydasız işler.
Harcanan zamana yazık oysa! Şöyle sıkı bir bilgisayar oyunu yapsalar da oynasak
bu işlerin yerine.
Nâzım Hikmet’in bir şiiri
var: Ben İçeri Düştüğümden Beri.
On kere döner dünya, ömrünün on senesini hapse verir şair. Dile kolay on koca
yıl; ama içeri düşmüşse vardır bir sebebi değil mi? Katillikten yargılanan
Osman bile yedi buçuğu yatıp çıkar da şair Nâzım’ı bir türlü koyvermezler.
Demek ki çok tehlikeli bir şairdir kendisi. Şair Hikmet yatadursun, Osman
ikinci kez mahpus damına döner. Kaçakçılıktan tıkmışlardır bu kez de.
Şiir gibi faydasız ve sıkıcı bir uğraşa gönlünü
kaptıranlar varsa anında vazgeçsinler bu sevdadan, başlarına iş alırlar. Şair
Hikmet’ten ibret alsınlar. On yıldır içerdeymiş bu şiiri yazdığında. Yeni
meydanlar açılmış, ana rahmine düşen bebeler on yaşına basmış, taylar kısrak
olmuş, savaşların en belalısı dünya savaşı ikinci kez hortlamış, Hiroşima’ya
atom bombası atılmış. Başımıza bunca melanet gelirken hiçbirine tanık olamamış.
Bundan kötüsü düşünülebilir mi?
Yine de uslu durmaz bu Şair Hikmet. Yasak olmasına
karşın düşünür durur. Saatlerce, günlerce, bazen haftalarca aylarca. Ne vardır
da düşünür durur bilinmez. Çok tehlikeli adamdır vesselam, uzak durmak lazım.
Ben İçeri Düştüğümden Beri şiirine bakın
görürsünüz. Neler olup bitmez memlekette. Her şey olur biter on koca yılda. Bir
sürü şey anlatır, bir sürüsünü de hissettirir. Roman yazsan sayfa yetmez olur.
Çok tehlikeli, çok. On yıl yetmez, hiç çıkarmamalı böylelerini. Bizim memleket
savaşa girmez, savaşmaz; gelgelelim camlarımıza kara perdeler geçirilir,
ekmeğimiz karneye bağlanır, düşman keşif uçakları göklerimizi yırtarken,
canavar düdükleri inletir gecelerimizi. Öyle ya, her yan savaştadır, uyanık
olmak, akıllı davranmak zorundadır başımızdakiler. Her şey, her zamanki gibi
sürmelidir gene: Baştakilere güvenmeli vatandaş, gıkını çıkarmamalı, eyvallah
etmeli, aklından kötücül geçerse anında nedamet getirmeli. Ama Şair Hikmet, tam
tersini yapalım istemez mi? Pes doğrusu, hapiste bile uslanmamış! Mehmetçikler
en kötüsünü yemeli yemeğin, en pisine yatmalı yatağın, on kişilik trene
yüzlerce binmeli, ses etmemeli; ama sınırlardan kuş uçurtmamalı. Yaranmacılar
sahip bellediklerine yaranmaları, dalkavuklar dalkavukça davranmalı,
yaltakçılar yaltaklanmalarının en iyilerini kotarmalı. Şair Hikmet’in inadına
böyle davranmalı ve sürdürmeli bu minvalde. Kimse alışılagelenin dışında bir
şey üretmemeli. Üretmek ne demek, ürememeli bile. Boş gözlerle seyretmeli herkes
gökyüzünü, Şair Hikmet’in inadına uçan kuşu, sudaki balığı, topraktaki
karıncayı uzun uzadıya görmemeli mesela. Şair Hikmet gibileri alışılagelenin
dışında işler üretirse kesinkes engellemeli, hatta işi abartmalı, punduna
getirip başını ezmeli bunların, kolunu bacağını kırmalı. Örselemeli bir güzel.
Beter etmeli, doğduğuna lanet ettirmeli, elbette hepsinden önce pes ettirmeli.
Varsın söylensin dursun, işitmemeli şeytanca
sözlerini. Diyecekleri bellidir. “Birlik olalım, iş üretelim, gelişelim,
geliştirelim kendimizi, kentimizi, kâh ağaç gibi olalım kâh orman gibi olalım…”
Kim bilir daha neler neler.
Şair Hikmet’i de bunlardan dolayı koyvermediler
zaten. Birlik olmakmış, ileri gitmekmiş, eşitlikmiş… Tümü şeytan ayeti. Katil
Osmanları çift çift salıvermeli, başımızdakilere biat etmeli, Mehmetçikleri
süründürmeli, yaranmacılara yaranmalı, dalkavukları alkışlamalı, yaltakçılara
iyi yaltaklanmaları için zemin hazırlamalı; sözün kısası her şey aynı olmalı,
nasıl gelmişse öyle gitmeli; uzun sap hep uzamalı, kısa sap hep
kısalmalı. Yanlış hesap yapmamalı. Başka türlüsü aklından bile geçmemeli
kimsenin. Düşünce özgürlüğü filan dememeli kimse, adamı hasta ettirmemeli.
Yarın, bugünün kopyasından başka bir şey olmamalı. Başka türlüsünü umanlardan,
isteyenlerden uzak durmalı. Sadece “âmin” demeli.
Biliyorum, bunca uğraşıp da yazı yazmak da
gereksiz. Geçen zamana, bunca harfe, kelimeye, cümleye yazık. Boşu boşuna
harcandılar. Ne yazık ki artık çok geç! Zaten yazının uzunluğunu görür görmez
korkmuştur insan kardeşim! Zaten senden beklenen de buydu. Sakın ha, okuma,
onlar okuduğunu sansın yine, sen sen ol, okuma! Okur gibi yap, örneğin beğen;
fakat sakın ha, okuma.
Bir de dinleme tabii. Hele de adını andığım Ben
İçeri Düştüğümden Beri şiirini ve bu şiirin şairi Nâzım Hikmet’i, hele
de Genco Erkal’ın insanın
içine kuşkular düşüren, “acaba aldattılar mı bizi bunca yıldır” dedirten
sesinden… Üstelik Fazıl Say da
piyano denen şeytan icadı şeyi çalarken... Nâzım Hikmet, Genco Erkal, Fazıl Say... Sakın ha!