Kirpik İmgesi ve Kirpik Bilgisi




Divan edebiyatımızda bazı kavramları dolaylı anlatmak için kullanılan sanatlı sözler vardır, bunlara mazmun denir. Zaman içerisinde çok sevilerek yaygınlaşmış, genelleşmiş, kalıplaşmış bu imgeler halk edebiyatında da kullanılmıştır. Kaşlar yay, keman, hilal; gözler nergis, badem; yanaklar elma; burun hokka; dudaklar kiraz; kirpiklerse ok, mızrak ucu, hançerdir. Sevgiliyi betimlemek için kullanılan bu imgeler aslında mükemmel güzelliğin ve mükemmel sevmenin göstergeleridir.
Biz buradan “kirpik”e yoğunlaşalım. Kirpik, Farsça müjgân sözcüğüyle eş anlamlıdır. Divan şiirinde sıklıkla karşılaştığımız, halk şiirinde de rastladığımız kirpik/müjgân mazmunu, sevgilinin aşığa bakarak ok atmasını temsil eder. Her iki şiir anlayışında da yaralayan, avlayan vasıflarında kullanılan kirpik; aşığı kalbinden yaralayabilme, ona diz çöktürebilme, ah dedirtebilme gücünde bir silahtır.



Simsiyah saçları, simsiyah kaşları ve simsiyah kirpikleriyle ve diğer özellikleriyle zalim sevgili mükemmel güzelliktedir ve bu zalimlikte kirpik, aşığı perişan etme gayesinde kaş ve gözle acımasız bir iş birliği içindedir. Bu kadim birliktelikte asıl vurucu güç kirpiklerdir. Kirpik kâh cellat kâh avcıdır. Bu bağlamda kaş; sevgilinin  göz kapaklarına sıra sıra dizilmiş sayısız oku gerdiği yayıyla hedefine, yani aşığın gönlüne fırlatır. Peki aşık ne yapar, korur mu kendini? Hayır, aşık yanacağını bile bile gönlünü mumun ateşine kaptıran pervane gibidir ve bu oklardan kaçmak şöyle dursun bu okların hedefi olmayı ister.

Biri biriyle müjgan safları gavgâya girmişdir
Nigâh-ı gamze guyâ sulh içün araya girmişdir
Nedim’in yukarıdaki beytini şöyle açıklamak mümkün: Kirpik safları birbiriyle kavgaya girişince gözün yan bakışı, sanki barış amacıyla araya girmiştir. Oysa sevgilinin bu bakışı aşığı öldürme gücüne sahiptir; çünkü kirpik safları okunu, bıçağını, hançerini çekmiş, aşığının kanını dökmeyi şehvetle arzulayan katledici unsurlardır.
Halk şiiri geleneğine ait Aşık Reyhani’nin aşağıdaki dizelerinde kirpikler yine kıyıcı, öldürücüdür.
Kirpiklerin ok ok eyle
Vur sineme öldür beni
BIktım dünyanın kahrından
Vur sineme öldür beni
Elbette çağdaş şiirimizin geleneksel imgelerinden yararlanması birebir geçmişi yansıtma, taklit etme biçiminde olmamıştır. Çağdaş şiirimiz kalıplaşmış bu imgelerden esinlenerek özgünlük peşinde koşmuştur. Sözgelimi Attila İlhan’ın ünlü Mahur Beste şiirini verelim.
şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mâhur beste çalar müjgân’la ben ağlaşırız
gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
o mâhur beste çalar müjgân’la ben ağlaşırız.
Bu dizelerdeki “müjgân”, aynı adı taşıyan şairin kedisi ve artık bildiğimiz üzere şairin kirpikleridir. Dizelerde heyecan yaratan, hızlı dostların şöleninin bittiğini ve maalesef onlardan geriye bir acı yel kaldığını söyleyerek kederli yalnızlığında kirpikleri ve kedisiyle birlikte ağlaşmaktadır.
Gelenekte yoğun biçimde kullanılan bu ve bunun gibi kalıplaşmış imgelerin günümüz şiirinde farklı anlayışlarda kullanıldığına tanıklık ederiz.



Yiğit Kerim Arslan’ın ikinci şiir kitabının adını, Kirpik Bilgisi’ni, duyar duymaz “kirpik” sözcüğünü şiir geçmişimizle ilişkilendirip ilişkilendirmediğini düşünmüştüm. Kitabı okudukça şiirlerde ne çok “kirpik” geçtiğini gördüm. Yiğit Kerim Arslan’ın şiirlerinde kirpiğin siyah iş birliği için gece konumlandırılmıştı.
Kitabın ve “Kuyuda Serenat” şiirinin henüz ilk dizelerinde kirpik imgesi bir mazmun çağrışımı gözetilerek kendini gösterir.
Büyümeyecektim; oyuncaklarım
Yalnız kalmayacaktı
Gözbebeklerimde bir bıçak gibi
Taşıdığım ova sabahları, göl kenarları
Yangın nedir gördü, ben kirpiklerimi astım
Şiirde zamanın ilerlemesi, büyüme durumuyla verilirken bıçağa benzetilen, bir silah gibi düşünülen kirpikler geleneğin izlerini taşır. Gelenekten farklı olaraksa kirpiklerin avcı olmadığını, aksine şair tarafından asıldıklarını, belki de av olduklarını görürüz.



Elbette kitabın kendi özgünlüğünde konuşulabilecek farklı yönleri olduğunu biliyorum. Bir bakışta kendini açık etmeyen, şiirsel düşünmekle sis perdesi aralanan şiirler bunlar ve iki bölümden oluşan kitabın ilk bölümündeki şiirler daha içsel, imgesel, hayli kapalı. Bahsini ettiğim kirpik, gece dışında da anlam kapalılığını sağlayan çok sayıda mecaz barındırmakta. Kuyu, günah, kül, ölüm, hiçlik, varlık, yokluk, yitmek, kaybolmak bunların öne çıkanları.
Okul yaşamından, derslerden, tasavvuftan bahsettiği de oluyor şairin, varoluşçuluktan, çağımızın hastalığı yabancılaşmadan, çelişkilerden, dinden bahsettiği de. Örneğin “Yusuf gibi kaldım kendi kuyum dediğim yerde” dizesinde Hz. Yusuf’un kuyu öyküsünü düşürüyor içimize. Ki kuyusundan çıkacak Yusuf’tan sonra ünlüler geçidi Bachmann, Marx’la sürüyor. Kitap boyunca alıntı yapılan şairler de yine çeşitli bir yelpaze oluşturuyor: Mevlana, Ferdi Örnek, Seyyidhan Kömürcü, İsmet Özel, Sıdkı Baba, Kaan İnce, Fuzuli.
Yiğit Kerim Arslan tüm kitap boyunca sürdürüyor arayışını. Varoluşçuluğun, çağımızın hastalığı yabancılaşmanın ona kitap boyunca şiir soluğu sağladığını düşünüyorum. Kitabın veda mahiyetindeki son şiiri bu doğrultuda yazılmış.
peki ben neydim, burada bu ıssızlıkta ben
ne yaptım:
varlığımın eksiğini yoklukla mı tamamladım,
zaten yoktum bunu kendime mi kanıtladım?
ben hiçbir şeydim, özüme döndüm hayır hayır!

olmuyor kaybediyorum, ayak izini yaşamımın
yani, kendime yabancılaştım. (s.60)


1 yorum: