Azrail'den kaçan adam




Demirtaş Ceyhun’un Cadı Fırtınası romanını okurken yazarın yer yer roman dışı ögelere değinmesi beni kitaptan soğutuyordu ki çok bilinen halk hikâyelerinden birine rastladım.

“İsfahan’da, yaşamayı çok seven, ölümden öcü gibi korkan zengin bir tüccar varmış. Bir akşam, eve gelince bir de bakmış ki, Azrail kapısının eşiğinde beklemekte. Dehşete kapılmış birden. “Ne istiyorsun benden?” diye bağırmış öfkeyle. Sonra da, Azrail’in ağzını açmasına fırsat vermeden dönmüş, atlamış atına, tepiklemiş karnını, bir andan gözden yitmiş gitmiş. Can havliyle kaçarmış. Üç gün üç gece, soluk almadan, dörtnala uçmuş, taa Semerkand’a varmış. Azrail’i atlattığından, kurtulduğundan, onun buralara gelip kendisini bulamıyacağından öylesine eminmiş ki artık. Güvenli, içi rahat, bir otele gitmiş geceyi geçirmek için. Ne ki, yukarı çıkıp da odasınıa girince, gene donmuş kalmış. Gözlerini kapıya dikip yatağa oturmuş, öyle kendini beklermiş Azrail. İçeri girdiğini görünce, hemen ayağa kalkmış gülümseyerek. “Sevindim, demiş zamanında geldiğine. İzini yitireceğimden korkmuştum. Gecikeceğinden kormuştum. Çünkü İsfahan’da lafımı ağzıma tıkadın, konuşturmadın beni. Yoksa sana, üç gün sonra Semerkand’da bu otelde buluşacağımızı söyleyecektim.” [1]

Her gece vur patlasın, çal oynasın eğlenen Bahattin’den dinler bu hikâyeyi Kurban. Kötü bir kolaj örneğidir ne yazık ki bu hikâye. Öyle ki hikâyenin bitmesiyle nezaretteki Kurban’ın serbest bırakılacağını yine Bahattin söyler. Yazar hikâyeyi oracıkta unutmuş gitmiştir. Demirtaş Ceyhun ne düşünmüştü bilinmez ama hikâyenin gelip Semerkant’a dayanması Amin Maalouf’un Semerkant, Vladimir Bartol’un Alamut Kalesi romanlarını hatırlattı hemen. Şöyle demişti Maalouf Semerkant romanında bu kadim kent için: “Dünyanın güneşe dönük en güzel yüzü.” Perslerin kurduğu düşünülen, İpek Yolu üzerinde bir ticaret ve kültür kenti olan Semerkant’ta Büyük İskender, Müslümanlar, Cengiz Han, Timur hüküm sürse bile gerçekte asla paylaşılamamıştır. Çağlar boyunca bir inci gibi parlayan bu masallar kentinin en parlak olduğu zamanlarsa 14 ve 15. yüzyıllardı.
İsfahanlı zengin tüccarın “Dünyanın başkenti” diye anılan Semerkant’a sığınması boşuna değildi elbette. Ne var ki hikâyenin varyantları da çok. Bunlardan bir başkasına göre Bağdat’ta oturan İslam halifesi ve onun veziri arasında geçer. Bir gün genç ve pek sağlıklı vezir Azrail’i görünce kaçmaya başlar ve o günün akşamında Semerkant’a ulaşır. Cadı Fırtınası’nda anlatıldığı gibi yine Semerkant’ta Azrail’in kendisini bulamayacağını düşünür. Ne var ki akşamleyin halifenin huzuruna çıkan Azrail, veziri Bağdat’ta görünce çok şaşırdığını, eğer kaçmayıp kendisini dinlese akşama Semerkant’ta buluşalım diyecektin der. Neyse ki akşam Semerkant’ta vezirle buluşup canını almıştır.
Mevlana’nın Mesnevi’sinde de hikâyenin diğer varyantına rastlanır. Mesnevi’deki hikâye şöyledir: Bir adamı korkudan tir tir titreyerek Hz. Süleyman’ın huzuruna varır . Çok dertlidir. Azrail’i görmüştür ve Azrail ona son derece kızgın bakmıştır. Hz. Süleyman’dan rüzgâra emretmesini ve kendisini bir an evvel Hindistan’a götürmesini diler. Hz. Süleyman adamının ricasını geri çevirmeyerek rüzgâra emreder ve onu Hindistan’a yollatır. Sonradan Hz. Süleyman’ın huzuruna Azrail de varır ve ona Cenab-ı Hakk’ın bu kulun canını Hindistan’da almasını buyurduğunu, ancak burada görünce şaşkınlıkla baktığını söyler. Neyse ki Hz. Süleyman’ın rüzgârı sayesinde can alma sorunu buyrulduğu biçimde Hindistan’da alınır.
Üç anlatıda Azrail’in ortak olduğunu, ana kahraman farklılaşsa da ölümden kaçma amacıyla ortaklaştıklarını, ilk iki varyantta kaçılan kentin Semerkant, Mesnevi’dekindeyse Hindistan olduğu görülse de burada da Azrail’in ulaşamayacağı büyük yer olmalarıyla yine ortaklık söz konusudur. Her üç anlatıda da Azrail canını alacağı kişiye buluşma yerini söyleyememiş; ne var ki her üçünde de kişi kendi ayağıyla canını teslim etmeye gitmiştir.



[1] Demirtaş Ceyhun, Cadı Fırtınası, Cumhuriyet Kitapları, 4. Basım, Eylül 2009, İstanbul, s. 280-281

2 yorum: