İnsan ne kadar
uğraşırsa, basit olandan tekdüze olandan uzaklaşmaya çalışırsa döner, yine kendi
sığlığına çıkar. Uğraşlarla, arayışlarla geçen büyük zamanların sonunda kendine,
kendi iç sesine çıkmış olmanın sersemletici etkisini yaşar. Uğuldayıp duran o
garip sesin, öz sesi olduğunu, öz sesinin bir ezgisi olduğunu anlayana değin usançla
geçmiştir her anın. Kaçıyorum, kaçtıkça kendimden, insanlardan bana
benzeyenlerden kurtulamıyorum diye boşuna çırpınıp durmuşsundur. Sonra, belki
birdenbire, belki rüyanda içtiğin badeden, belki serin havada kafanın daha iyi
çalışmasından, belki bir tür esinle ya da tarifi mümkün olmayan bir biçimde ermişsindir
basit olanın, tekdüze olanın hayatın kendisi olduğuna, hayatın seninle
olduğuna, herkesin hayatı yanında (ama cebinde, ama sırtında) taşıdığının
sırrına.
***
Çabalarımız
süresince harcadığımız oksijen, düşündüğümüz tüm hesaplarımız için bir teşvik
armağanı aslında. Heyhat! Yorucudur soluk almak, çıkarlarımız uğruna. Sinirlenir,
gocunur, diğerlerine duyduğumuz güven sarsılır. Kimi kasasını doldurmanın
ateşiyle tutuşur, kimi er geç hayatın gizini çözmenin aşkıyla. Ömrün sonlarına
doğru bu umutlu umutsuz, inişli çıkışsız, oynayanı çok seyredeni az yolculuğu
amaçlarımızla bezeyemeyeceğimizi kestirdiğimizde “dünyanın düzeni böyle”
diyerek çıkıveririz işin içinden. Tembel çabaların erişemeyeceği uzaklıktaki gizemi,
bu arabesk tembellikle göremez elbet sıradan gözler. Nasıl fark edebilir ki
hayatın kendine çıkacağını, kendinin hayata çıkacağını bilmeyen adam! Mümkün
değil! Tüm hayatını boyun eğerek, renksiz, hatta tonsuz geçirenler kurdukları
yalan düzende kandırmaya kendilerinden başladıkları mutluluk oyununda gerçeği nasıl bulsunlar?