Ölümsüzlüğü şiirde aramak

 




Bilmem ay mı doğdu gün mü âleme

Yoksa yârim düğmelerin çözdü mü

Karacaoğlan’ın yukarıdaki dil becerisi için olağanüstü demek abartılı olmaz. Öyle ki sevgilinin güzelliğini kalıp ifadelere hapsetmezken son derece sıradan bir eylem olan “düğme çözmek”le anlamı kotarması gerçekten başarılıdır. Öyle ya, ayın ışığını, güneşin parlaklığını anmadan, hiçbir vakit bu etkiyi yaratamayacak düğme çözmekle tüm zamanları aşıyor, ölmez bir yalınlığa erişiyor, yüzyıllar sonra bile sığ ve sınırlı ömrümüzü, tekdüze yaşantımızı nasıl aşacağımızın yolunu gösteriyor.

Bilesin, Sultan Sazlığı’nda boynu eğri bir kuşun

ince boynuna yediği kurşun gibi hainiz hepimiz.

Birhan Keskin’in hepimizi zayıf tabiatlı bir kuşun boynuna giren bir kurşuna benzeterek toplumsal bir tespit de yaptığı bu şiire ne buyurulur? Var mı inkâr edebilen hainliğini? Neticede şiir dilinin imgeyle kıpır kıpır ilişkisini örnekleyen, ele avuca sığmaz, kurşun etkisinde bile ölmez bir şairdir Birhan Keskin.

Şiirin dilinden bahsediyorsak, bu dilin elbette gündelik dilden ciddi farklılıkları olacaktır. Öyle ki şiir için kılı kırk yararak seçilen sözcüklerle yaratılan imgeler, anlam kapalılığı gündelik amaçlar için kullanılan dilde bulunmaz. Gündelik dilde kısa, hatta anlık gereksinimlerimizi karşılayan sözcükleri gerçek anlamlarıyla, genellikle temel anlamlarıyla kullanırız. Şiirse hem özel hem de geniş zamanların dili olduğundan sözcükleri çağrışımlara açık kullanır.

“Kalksam attığım her adım kan kuyusu”

Ahmet Erhan “kuyu” sözcüğünü “içinden su çekilen derin çukur” anlamıyla kullanabilecekken attığı adımlardan oluşan bir “kan kuyusu” biçiminde alışılmamış bir bağdaştırmada pek hoş kullanmış.

Birer gerçeklik olarak sözcükler iki katmanlıdır. Birinci katman sözün çağrıştırdığı nesne ya da durum, ikinci katman ise sözle bunlar üzerine getirilen betimsel yorumdur. Öyleyse dil denen olgu işaret ettiğinin dışında kendine özgü bir gerçekliğe, bir varlık alanına sahiptir. Gerçek hayatta hiç kimse ne “buz kesmiş” ne de “taş kesilmiş”tir.

Neticede dili kullanma becerisi kimliğin en önemli göstergesidir. Kişi, kendi dilini ne derece yetkin ve başarıyla kullanırsa kimliğini de o denli sağlıklı örebilmiş demektir. Her şey dille ifade edildiğine göre kişi de kendi dilini konuşabildiği ölçüde o kimliğin insanı olur.

Gelmiş geçmiş en büyük sanat dehalarından biri olan Mozart bir bestesine Alla Turca diyor. “Ben bunu Türk gibi besteledim” demek istiyor, bir başka deyişle saygı sunuyor Türklere. Oysa Türkler bu sözü, alaturkayı, beğenmedikleri, hor gördükleri şeyleri yermek için kullanıyorlar, örneğin, “Aman ne alaturka müzik!” ya da “Ne alaturka bir davranış diyebiliyorlar.

Ulusal kimlik, tarihin çeşitli dönemlerinden bin bir çileyle bugünlere taşınan bir bilincin eseri olduğundan kişisel kimliği de kapsar. Dolayısıyla ulusal bilinç yetersizse kişisel kimlik de yetersizdir. Bu, ulusun geçmişini hepten allayıp pullayalım, öpüp okşayalım gibi kolaycı, basit, ucuz milliyetçi yönelimlerin doğruluğu anlamına gelmez. Geçmişteki büyük insanlarla, başarılarla elbette övünülebilir, bu doğaldır da. Ne var ki geçmişi zerre eleştirmeden toptan kabul etmek ne kişisel kimliğe ne ulusal kimliğe şuncacık katkı yapar! Aksine bin bir çileyle aktarılan bilincin aşındırılmasına yol açar ve hem kişiye hem kimliğe zararı dokunur. Dolayısıyla geçmişe bilinç penceresinden bakmalıyız. Bilge Kağan’ın “Titre ve kendine dön!” uyarısının bugüne uyarlanmış gerçekçi anlamı bu olmamalı mı? Yine Kaşgarlı Mahmut’un, Ali Şir Nevaî’nin, Karamanoğlu Mehmet Beyin çabalarının da…

Türk diline kimseler bakmaz idi

Türklere asla gönül akmaz idi

Âşık Paşa yüzyıllar evvelinden haykırarak dile, kimliğe sahip çıkmayı vurgulamış. Öyle ya, kimlik diyorsak, bilinç diyorsak bunları özümsememiz gerekir. Kendimizden kaçtıkça, başka kimliklere sığındıkça kendi kimliğimizi uçuruma sürüklüyoruz. Kimliğimizi bize başkaları buldurmayacak, onu geliştirecek atılımları başkaları yapmayacak! Dolayısıyla üzerimizdeki aşağılık duygusundan arınmalı, özgüvenimizi yeniden kazanmalı, kendimiz olmalıyız. Kaçmak, görmezden gelmek yerine önce kimliğimizi koruyacak bilince varmalı, sonra onu geliştirecek denli özgür ruhlu olmalıyız.

Kimliğin anahtarı dilse kilidi elbette edebiyattır. Edebiyatın çatısı da şiirle çatıldığına göre bir ulusun kimliğine ne derece sahip çıktığını anlamanın yollarından biri de o dilde yazılan şiirlere bakmaktır. Nasıl ki bir şiir edebi gücü oranında yaşıyorsa şairini de aynı oranda yaşatır. Dolayısıyla şiirin ölçütü zamandır. Her eser, sanat değeri oranında onun ölümsüzlük terazisine çıkar.

Ölümünden sonra ancak birkaç şair kuşağı tarafından yaşatılan, yaşanan bir şairin ölümsüzlük basamaklarını çıktığı söylenebilir. Yine de kimsenin bir Homeros, bir Shakespeare, bir Hugo ya da Schiller olma garantisi yoktur…

                Hâl böyleyken ölümsüzlüğün en çok işlenen temalardan olması boşuna değildir. Gılgamış Destanı’ndan bugüne değin insanlığın başlıca temalarından biri olagelen ölümsüzlük, aynı zamanda sanatçıların varmak istedikleri mertebedir. Sayısız şiirin sonunda buraya ulaşmak için bulabildikleri yegâne panzehirse hatırlanacak eserlerle anılmaktır.

Öte yandan şiirle yatıp kalkan, onunla soluk alan sanatsever insan artık güzelin, değerlinin hangisi olduğunu fark edecek yetiye sahiptir.

O, farklı eğilimler içindeki şairlerde bulunan ortak “güzelliği” hemen fark eder. Şiirden tat almadaki görecelik, bu güzellik duygusundan tam nasibini almamış insanlar için geçerlidir. Tabii ki bu değişmez güzellik ise ancak büyük sanatçıların yapıtlarında gizlidir. “Güzel”i tanıyan insan, örneğin Yahya Kemal’i, Nâzım’ı ve Necip Fazıl’ı birlikte sever.

İnsan belleği için geçmiş, hatırda kalandan ibarettir. Dolayısıyla hatırlanmaktır ölümsüzlük ve bu payeye ancak unutulmayacak eserlerle erişilir. Söz konusu eserlerse ulusların yüz akı, ruh aynası, kimlikleridir.


Kaynakça

Dilçin, Cem : Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları, 2004

Keskin, Birhan : Soğuk Kazı, Metis Yayınları, 2014

Altıok, Metin : Şiirin İlk Atlası, Yapı Kredi Yayınları, 2004

Oflazoğlu, A. Turan : Mutlak Avcıları, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları, 2001

Tanyol, Tuğrul : Şiirin Soyağacı, Kırmızı Kedi Yayınları, 2017