içimde hapishane taşıyorum
günlerin avlusunu terk ettiğimden beri
güllerin kokusu gelmez burnuma
duvarların ötesini özlemek boşuna
kuşattılar beni ellerinde telsiz sesleri
kara yılan coplar sızıyor bir yandan
ver diyorlar çekiştirerek
nasıl vereyim içimdekini
bir körfezden yonttum benliğimi
ıslak martı telekleri uğuldar kulağımda
Köstence istasyonunda sabırla bekler
uykuya düşmemek için zorlardım kendimi
yalınayak koridorlarında üşürüm gündüzleri
kara basarlar geceleri haram uykular
mazgallar açılır gıcırtıyla çıplaklığıma
gardiyanları göz eder kuytularıma
dışarıya akan karanlık kuyunun suları
ayaklarımı yalar öyle gider
buz tutar aklımda körfez düşleri
kapkara sıçanlar hela köşelerinde
voltalar tanırım kitaplardan özlenen
türküler bilirim gene onlardan
oysa kuyunun dibi burası mezara bir adım
öyküler sunardım güzelliğine
tavanda ayak izleri görmenin pişmanlığı
duvarları yoktu köhne istasyonumun
bir ıslık boy verirdi ağzımdan içeri
Köstence’de beklerdim yangınını senin
ürperirdi göz bebekleri kalbimin
yaseminler üşür nergisler kışa çalarken
işlerken içime bekçi düdükleri
askerlerin rap rapını yankılar damarlarım
damlarken kanım çenemden aşağı
merdivende görünürdü sureti adımının
bir resmin vardı özenle gizli
mektupların üç beşine pay edilmiş
yamacına gülle güneş çizilmiş
yakaladılar seni tenhada göçmen
aşağıda musluğun horlayan gürültüsü
denizin payı vardı direnci bir de
kar düşerdi saçlarıma saatlerce
bir resim çektirmiştik düşlerle bezeli
ciyaklarken kuşlar şaşkın üstümüzde
birileri gözlerdi otomobil içinde
nasıl özler şimdi seni hırpalanmış adam
kokunu taşırdım ıslıkla sarılı
geceler vardı ıslak öpüşlerinle avunduğum
Köstence istasyonunda beklerdim seni