Yahya Kemal
Beyatlı’nın Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsî ve Edebî Hatırlarım[1] kitabında öyle bölümler var ki
insanın içine dokunur. Kitap “Hayâtımın Bâzı Seneleri” diye başlayan küçük bir
ön sözün ardından şairin Nakiye Hanımı anlattığı “Annem” başlıklı bölümle
sürer. Bu başlık altında okuyacaklarımızın gönül telimizi titreteceğini ilk
cümlesinden hissederiz: “Annemin bir resminden mahrûmum.”
Bir evladın vefat
etmiş annesine dair tek bir görüntüye muhtaç olmasını günümüz dünyasında anlamamız
kolay değil. Ne var ki bu devasa eksiklik, Yahya Kemal’in kapanmayacak
yarasıdır. “Onun bir resmi hayâtımın en büyük yâdigârı olurdu. Annemin
sîmâsını şimdi iyi hatırlayamıyorum. İslâm tesettürünün en şedîd
bir muhîtinde doğduğu, yaşadığı ve öldüğü için bir resmini bırakmadan
kayboldu.” Sözünü böyle sürdüren şair paragrafı “kayboldu” diye
sonlandırırken annesi Nakiye Hanımı hafızasında canlandıramamanın acısını
yaşamaktadır. Bir fotoğraf yahut resimle var olacak, somutlaşacak,
kalıcılaşacakken şimdi kaybolmuştur. Evlat Yahya’nın bahtsızlığı bir yanda
duradursun, annesine üzülmektedir şair. Çünkü annesi saklanmanın, örtünmenin,
erkekten kaçmanın en şiddetli muhitinde doğmuş, yaşamış ve ölmüştür.
Nakiye Hanım beş
vakit namazına koşut aldığı abdestinden başka gün içinde defalarca elini yüzünü
yıkayan marazi derecede titiz ve temiz bir kadın olup okuldan dönen kendisini
ve kardeşini temizlemeden rahat edemezdi. Öte yandan kocasının akşamcılığına dertlenir,
dertlense de içkisini karşısında içmesini dilerdi. Nitekim on iki yaşına kadar her
akşam babasının içkisini onlarla içtiğini hatırlayan şair, o tarihten sonra
babasının değiştiğini, Selanik’e gidip geldiğini söyler. O tarih, 1895, ailenin
miladıdır. En başta nispeten rahat bir hayat süren annesinin kaderi bu andan
itibaren değişir. Babası Üsküp’ten ayrılmak, Selanik’te yaşamak isteğinde
diretir. Annesinin tüm karşı koyuşlarına karşın babası, kararını uygulatmak
için merhametsiz kalbiyle evin eşyalarını satar. Gururu perişan olan kadın kahrından
yataklara düşer. Yuvasının sonsuza kadar dağılacağını anlayan bu hisli kadının
bahtı, kötü bir adama dönüşen babasından dolayı tersine dönmüştür. Üstüne bir
de vereme yakalanır. “Zavallı ümmî kadın ne kadar doğruyu
görüyormuş! Hakîkaten o zamandan sonra kendi öldü, biz evlatları küçük
yaşda dağıldık, perîşan oldu, hasılı o gün bu gün bir daha bir çatı
altında birleşemedik!..”
Hâl böyle olunca
Üsküp’ten ayrılışları feci olur. Selanik’te denize nazır, güzel bir eve
taşınmışlar, babası Selanik Adliyesi’nde bir memuriyet almıştır. Ne var ki
gündüz adliyeye devam eden adam geceleri içki ve eğlence âlemlerinde
dolaşmakta, vur patlasın çal oynasın yaşarken ciğerlerine yapışan amansız
illetten mustarip annesi yeni evlerinde hasta yatmaktadır.
Günden güne
kötüleşen dermansız kadın, Üsküp’e dönmek, orada ölmek isteğini sürekli
dillendirdiğinden en sonunda babası kardeşiyle gitmesine razı olur. Yahya’ysa
tahsiline Selanik’te devam edeceği için babasıyla kalmak zorundadır fakat bir
süre sonra onlar da Üsküp’e dönerler.
Veremin kıskacında
ölümü bekleyen zavallı kadın, tek teselliyi Yahya’dan beklerken o sürekli
arkadaşlarıyla koşup oynamakta, afacanlıklar, çığırtkanlıklar yapmaktadır.
Fakat bir gece annesinin etrafında bir kalabalık görünce evde bir farklılık
sezer. Felaket gelip çatmıştır. O geceyi annesinin hasta yattığı salonun
yanındaki odada geçirir. Gece boyunca yorganın altında ağlar durur, uykuya
daldığı sıralarda korkulu rüyalar görür. Bu rüyalardan birinde bir arkadaşının
kucağında yatan annesinin çenesinin bağlandığını görünce korkuyla uyanıp odanın
kapısını açar ve annesinin rüyadaki vaziyette çenesinin bağlandığını görür.
Teneşire yatırılan
annesinin üzerinde beyaz kefen vardır. “Yüzünü açtılar. Kendisini
ruhsuz, gözleri açık ve gülümser bir halde gördüm; (...) Kendisi (ile) aramda
ne kadar mesâfe olduğunu ölçemiyordum; yüzünü müebbeden hayâlime nakşetmek
için, kalbimin bütün kuvvetiyle bakıyordum.”
Şair yüzünü tam
hatırlayamadığı annesini son görüşünü Ufuklar[2] şiirinde de aynı kederle
anlatır.
Annemin na’şını
gördümdü;
Bakıyorken bana
sâbit ve donuk gözlerle,
Acıdan
çıldıracaktım.
Aradan elli dokuz
yıl geçti.
Âh o sâbit bakış
el’an yaradır kalbimde.
O yaşarken o
semâvî, o gülümser gözler
Ne kadar engin
ufuklardı bana;
Teneşir tahtası
üstünde o gün,
Bakmaz olmuştular
artık bu bizim dünyâya.
Annesi Nakiye
Hanım’ı çok erken yaşta veremden kaybeden Yahya Kemal, onun yokluğunun
yarattığı eksikliği ömrü boyunca hisseder. Aynı yakınlığı babasına duymadığı
gibi hatıralarında babasını uzun uzadıya anlatmamış, “Babam” diye bir bölüm
yazmamıştır. Çünkü şairin gözünde annesinin acılarına, ölümüne neden olan kişi bizzat
odur. Bu nedenle babasına hayatı boyunca -zaman zaman şiddeti azalsa bile- kırgın
kalmıştır.
“Annem ölmüştü.
Çıldırmış bir haldeydim. O (anda ölmek), intihar etmek istiyordum. Bu
müthiş yokluğa, bu derin acıya tahammül edemiyordum. Bir deliyi tutar gibi
sımsıkı tutuyorlardı; yüzümü, gözümü yıkıyorlardı. Heyhat ki ıztırâbım
durmuyordu (...) Annem gibi ölmek, hemen ona kavuşmak istiyordum. İntihar
vâsıtalarının ne olduğunu düşünüyordum.ʺ
Divan şairi
Nedim’in “Sözü az söyle, güzel söyle” anlayışına uygun bir şiir anlayışındaki
şair, en çok ölüm, İstanbul, müzik, sonsuzluk, doğa, deniz, aşk, tarih temalarını
işlemiştir. Annesinin naaşını teneşir tahtası üzerinde gördükten elli dokuz yıl
sonra olayı şiirleştirdiği düşünülürse ölüm temasını ve annesini ne kadar
önemsediği bir kez daha açığa çıkar. Ne var ki onun şiirlerinde sıklıkla
rastladığımız ölüm, bir son değil, bir kader ve sürekliliktir, âsûde
bahâr ülkesidir.
Ölmek değildir ömrümüzün en feci
işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel
ölür kişi.
Klasik İslam
inancının, ibadet dizgelerinin, tasavvuf felsefesinin dışında tuttuğu ölümü
özgün bir bakışla anlatır.
Artık güneş
görünmez olur, gök bulutludur,
Râhatça dal, ölüm
sonu gelmez bir uykudur.
Hem öğrencisi hem yakın dostu olarak şairin sürekli yakınında bulunmuş
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Yahyâ Kemâl, sohbetlerinde gerek Üsküpʹteki hayattan,
gerek annesinin ölümünden sık sık bahsederdi. ‘Ben anneme benzerim’ sözü,
Lamartine gibi onun da konuşmalarında geçerdi.” diye belirtir. [3] Şairin annesini kaybetmesi, geri gelmeyecek
bir bahar mevsimi, bozulan bir huzur iklimi, emsalsiz bir sıcaklığın bitimidir.
Yahya’nın annesiz geçen ömrü bir denge yitimidir, ona bütün bir hayatı yalnız
yaşatan.
Koca şairin Tanrı
inancının olup olmadığını sorgulayan densizlerden olmamakla beraber yaşamı onun
gibi düşünenlerdeniz: “İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.”
[1] Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsî ve
Edebî Hatırlarım, Yahya Kemal Beyatlı, İstanbul Fetih Cemiyeti, 8.
Baskı, İstanbul, 2017
[2] Kendi Gök Kubbemiz, Yahya Kemal Beyatlı,
İstanbul Fetih Cemiyeti, 47. Baskı, İstanbul 2018
[3] Yahyâ Kemâl, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergâh
Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1995