19 yaşında göçük altında kalan Taner Nasuhoğlu’nun anısına...
Zonguldak’a “emeğin başkenti” demek kolay da yerli
yersiz kullanıla kullanıla sıradanlaşan bu payeyi Zonguldak’ın nasıl
kazandığını bilmek için çabalamak gerek. Bir kere Zonguldak’ın bereketi Çukurova
gibi can veren toprağında değil, derinindedir; hasadı güneş altında değil,
yeryüzünden yüzlerce metre aşağılarda yapılır. Çukurovalı için ışıl şıl yanan
pamuk tarlaları neyse Zonguldaklı için de dünyanın kalbindeki zifiri kömür galerileri
odur. Bir yanda borç harç, işsiz kalma kaygısı gereği vazgeçilemeyen maden
ocağı öte yanda cehennem karanlığı! Bir karınca gibi usanmaksızın çalışan, kaza
kaza korkunç karanlıklarını koyultan işçi; dünyaya, hayata, ailesine bile
yabancılaşarak ilkel koşullarda çalıştırılmanın kara yazgısını yaşamaya anbean
yaklaşır. İşsizlik, parasızlık işçinin dinmez yarası; maden ocağı ekmek
kapısıdır. Hal böyleyken memleketin ve
dünyanın sayılı maden facialarından nasibini fazlasıyla almıştır Zonguldak. Bu
ölüm kuyularında kaybettiğimiz insan sayısını demeye kalemimiz çekinir.
Zonguldaklı
işçinin kendine reva görülen kara yazgıya karşı çıkışının geçmişi, Osmanlı’nın
son demlerine değin gider. 1908’de Fransız Şirketi’nin işçi ücretlerinden “hastane parası” adı altında para
kesmesiyle işçilerin greve gitttiği ve bu uygulamadan vazgeçildiği; 25 Şubat
1910’da Gelik ocaklarında farklı ücret tarifeleri uygulayan şirkete ve şirket
temsilcisine karşı işçilerin eylem yaptığı, bu sayede yeni bir ücret tarifesi belirlendiği,
şirket temsilcisinin de görevden alındığı; 1911’de yine Gelik’te ücretlerin
arttırılması amacıyla greve gidildiği; 1913’te tüm kömür havzasının sahillerinde
yükleme yapan tahmil (yükleme) ve tahlisiye (kurtarma) işçilerinin ücretlerin
arttırılması için greve gitmesiyle bütün işlerin durduğu, üretim yapılamadığı bilinen
ilk eylemler arasında yer alır. Ne var ki Osmanlı’nın yıkılmasına ramak kala gerek
bölgenin gerek memleketin yaşadığı çalkantılı tarihsel süreç dolayısıyla Zonguldak
işçisinin bilinç düzeyi yeterince yüksek değildir. İşçilerdeki bilinçlenme
eşiğinin aşıldığı ilk eylem 7 Temmuz 1923 günü Zonguldak’ın ilk toplu sözleşmeli
grevinin imzalanmasıyla sonuçlanır. Üstelik işçilerin kazandığı bu başarıda ne bir
sendikanın ne de başka bir emek örgütünün katkısı bulunmaktadır.
Maden şirketleri,
uzun yıllar Zonguldak’ın kanını emip içini boşaltırken işçiler hak arama
mücadelelerine daha sık başvurmak zorunda kalırlar. Tüm gayreti olabildiğince çok
para kazanmak olan bu şirketler; insani
düzenlemeleri, çalışma koşullarında gereken iyileştirmeleri savsaklamalarına
karşılık 12 saat çalışma süresini dayattığı her işçiye bu ağır emeğin karşılığında
son derece düşük ücret ödemektedirler. Söz konusu yıllarda 12 saatlik ağır mesainin
sonunda yer üstü işçileri 70 ile 200 kuruş, yer altı işçileri 70 ile 120 kuruş
arasında ücretler almaktaydılar. Günlük 80 kuruş kazanan bir kazmacının ekmeğin
20 kuruşa satıldığı o dönemde yevmiyesiyle ailesinin geçimini sağlaması elbette
mümkün değildir.
Aslına
bakılırsa şirketlerin bu pervasızlıklarında kabahat kanuni değil, idari boşluktan
kaynaklanır. Havza-i Fahmiye Amele Kanunu 10 Eylül 1921’de çıkarılmış; ancak
işçilere kanunda belirtilen haklar uygulanmadığı gibi üstüne üstlük şirketler, işçileri
daha fazla üretim yapmaları yönünde sürekli baskı altında tutuyorlardı. İşte tam
da o günlerde İstanbul gazeteleri “İstanbul
Elektrik ve Tramvay İşçileri Grevi”ni, işçilerin mücadele ederek kazandığı
hakları anlattıkça Ereğli’deki demir yolu işçileri de benzer istekler öne sürmeye
başlamışlardı. Bu doğrultuda on iki yıllık askerlik hizmetinden sonra
Fransızların işlettiği Ereğli Şirketi’nde gar şefi olarak çalışan Laz Eminzade
Emin Efendi’yi kendilerine önder seçerler. Aralarında bir de komite oluşturarak
bir bildiri hazırlar, şirkete verirler:
1. Amele
Kanunu’nun 11. maddesi gereğince belirtilen ve saptanan asgari ücret ödenmelidir.
2. Amele
Kanunu’nun 8. maddesi gereğince 8 saat çalışma süresi kabul edilmeli ve
uygulanmalıdır. Aynı maddeye göre normal çalışma saatleri dışındaki çalışmalar
için iki katından ücret ödenmelidir.
3. İktisat Vekâleti’nin
bildirisi gereğince işçilerle şirket arasında bir süre önce saptandığı gibi,
her işçiye haftada bir gün izin yaptırılmalıdır.
4. Maden
Nizamnamesi’nin 71. maddesi gereğince Havza’da çalıştırılmaları yasaklanmış
yabancı uyrukluların çalıştırılmaları önlenmelidir.
Ereğli
Şirketi ve onun Fransız patronu Mösyö Duroi, Laz Emin’i hemen işten atarak bildiriye
ilk tepkisini verir. Ne var ki işçiler, Laz Emin’in kovulduğunu duyar duymaz Yeniçarşı’daki
Çınarlı Kahve etrafında toplanarak taleplerine ve önderlerine sahip çıkarlar. Toplanan
kalabalığın şirket tarafından hükümet yetkililerine bildirmesiyle kolluk
kuvvetleri işçilere müdahale eder. Bazı işçiler sorguya çekilip salınırken bazıları
tutuklanır. Laz Emin karakola alındığındaysa kimsede yılgınlık oluşmamış, aksine
işçiler birbirlerine ve önderlerine kenetlenerek bu saldırıyı boşa
çıkarmışlardır.
Ereğli’de yükselen
tansiyon, tüm maden havzasını sardıkça şirketle işçiler arasındaki tel
gerildikçe gerilir. Önceden işçilerin veresiye alış veriş yaptıkları dükkânlar
satışı kesince işçiler önlem olarak “İaşe
Komisyonu” kurar, aralarında topladıkları bir miktar parayla ihtiyaç sahibi
ailelere erzak yardımı yaparlar. Diğer taraftaysa Fransız patron Duroi üretimi
kesintiye uğratmamak, böylece grevi de etkisizleştirmek için sahaya yeni
işçiler sürer. Yaşanacakları önceden tahmin eden işçiler, işi bırakmadan evvel
sadece kendilerinin çözebilecekleri yöntemlerle makineleri işlemez duruma getirdiklerinden
patronun bu hamlesi gayet etkisiz kalır. Ayrıca işçilerin yakınları yolları kapatıyor,
rayların üzerine yatıyorlardı. Bir sinir harbi... Patronun canını sıkan
olumsuzlukların en büyüğü ise bizzat işin kalbinde gerçekleşiyor, acemi işçiler
sürekli kazalar yaşadıkça üretim durma noktasına yaklaşıyordu. Grevin
ciddiyetinin işçilerin birlik ve beraberliğinden kaynaklandığını anlayan şirket
kıramadığı direnci kırmak, bölemediği bütünlüğü bölmek için yetkililer
aracılığıyla Laz Emin’e ciddi paralar teklif eder; fakat o, davasına ihanet
etmeyeceğini söyleyerek hepsini bir kalemde reddeder. Başka çıkar yolu kalmayan
şirket, mecburen işçilerle masaya oturmak zorunda kalır.
7 Temmuz 1923
günü yapılan resmi görüşmeye Belediye Başkanı Bartınlı İbrahim Bey, Defterdar
Halil Bey, Havza-i Fahmiye Maden Müdürü Abdullah Guleman, Başçevirmen Sadettin
Bey, Sorumlu Müdür Mühendis Behçet Bey, Ereğli Şirketi Genel Müdürü Mösyö Duroi,
işçiler adına ise Laz Emin, şeftren Giritli Ahmet Usta ve makinist Bartınlı
Hasan Usta katılır. Uzun saatler süren bir irade savaşı verilir ve her fırsatta
İstanbul’daki grevi emsal gösteren işçi heyeti, isteklerini aşağı yukarı kabul
ettirmeyi başarır:
“8 saatlik
çalışma süresi kabul edilip 8 saati aşan mesai saatlerinde saat başına iki katı
kadar ücret ödenmesi, hafta sonu tatilinin uygulanması, asgari ücretin % 20
eksikle ödenmesi, yabancı uyrukluların çalışmalarının yasaklanması kabul edilip
karara bağlanmıştır.”
İşçi heyeti bildirideki
genel istekleri kabul ettirebilse de Laz Emin’i yeniden işe aldırmayı
başaramaz. Mösyö Duroi, istediğim adamı çalıştırır, istemediğimi çalıştırmam
diye bu bahsi kestirip atar.
Laz Emin uzun
süre işsiz kalacak olsa da işçilere haklarını kazandırmış mağrur bir adamdır
artık. İşçiler arasında sevilen, saygıda kusur edilmeyen ideal kişidir; öyle ki
Laz Emin’in büyüyen itibarının gölgesinden bile korkan yetkililer, onu “komünist”
ilan etmekte, dolayısyla peşine polis takmakta gecikmeyeceklerdi.
Bu yazı
aşağıdaki eserlerin esiniyle yazılmıştır:
Metin
Köse, Büyük Yürüyüş, Doğan Kitap 1. Baskı, Eylül 2014, s. 220-222
Cemalettin
Sağtekin, “Zonguldak’ta İlk Toplu Sözleşmeli Grev”, Madencilik Bülteni,
Temmuz-Ağustos 2007, s. 105-108
Ekrem
Murat Zaman, Zonguldak Kömür Havzasının İki Yüzyılı, TMMOB Maden Mühendisleri
Odası, Şubat 2004, s. 69