Marquez’in adını bile duymadığımız yıllarda (Sanırım o yıllarda Kolombiya’da da tanıyanı pek yoktu!) yirmi yaşlarındaki Onat Kutlar, Türkiye’de büyülü gerçekçiliğin (O yıllarda bu terim de bilinmiyordu!) ilk örneğini veriyordu. (Naci, Oğlak, 1998, s.133)
Fethi Naci ilk baskısını 1959’da yapan İshak için böyle dese de yeni kuşaklar
için büyülü gerçekçilik, fantastik edebiyat, bilim kurgu alışıldık şeyler.
Marquez, Huxley, Eco, Tolkien gibi önemli yazarlara rahatlıkla ulaşıldığından bu
yazarların ciddi okuyucu kitleleri oluşmakta, hatta dönem dönem bazı eserleri
çok satanlar listelerinde yer almaktadır. Salt bizim değil, dünyanın yoğun
ilgisi, bu eserlerin dev bütçeli sinema uyarlamalarını izlememizi de sağlıyor.
Bugün itibariyle ne büyülü gerçekçilik ve giderek postmodernizme evrilen
edebi anlayışlar ne de bu anlayışların çeşitli teknikleri günümüz için yeni sayılır.
Bu çığırdan Türk edebiyatı da epey etkilendi, temsilciler çıkarıp eserler verdi.
Dolayısıyla ortada bugün için bilinmeyen bir durum yok. Gelgelelim 1959 baskısı
İshak’ta Onat Kutlar’ın yaptığı olağanüstü zor ve yenidir. Edebiyat sahasında
olsa da bizim gibi geleneğe tutkuyla bağlı toplumların kolayına yeniliklere,
değişimlere razı gelmediğini çeşitli deneyimlerimizden biliyoruz. Eskiyi aşmak,
sıradanı yıkmak için maziyle kurulan bağların aşılması gerekir ki buna meyleden
öncülerin yadırganmayı, horlanmayı göze aldığını tahmin etmekse hiç zor değil.
İshak’ın ikinci baskısının ancak on sekiz yıl sonra yapılmasından hareketle Kutlar
ve eserinin en iyi olasılıkla görmezden gelindiğini söyleyebiliriz. Ne var ki o
yıllarda burun kıvrılan İshak, bugün öykümüzün serüveninde dönüp dönüp okuduğumuz
değerli bir eser.
Geleneksel öykümüzü aşmaya çalışan Onat Kutlar’ın İshak’ta gerçekle
gerçek olmayanı birbirine katıştırarak ortaya kurmaca bir bütün çıkardığını görürüz.
Gerek öykülerin sıra dışı atmosferinde gerek gerçeğin yansıtılmasında yazarın
özgün, yenilikçi duruşu hep hissedilir.
Üstkurmaca gereği İshak okurlarının oldukça dikkatli, hatta etkin
olmaları edebi bir zorunluluktur. Öyle ki öykünün neresinin gerçek neresinin
kurmaca olduğunun giderek belirsizleştiği bir dünya tasarımıyla karşılaşırız. Öykü
dünyası ile rasyonel dünyamız arasındaki silik, geçişken izler, değiniler,
gerçeğin nerede başlayıp nerede bittiği gibi kafa yorulması gereken hususlar
nitelikli okuru diri tutar.
Kediler öyküsünde bir sürü ölmüş kedi ile beraber yaşamayı seven eski bir
dosttan bahseden ve altı gündür bu şehirde ipsiz bir deve gibi başını istediği
deliğe sokabilmekten memnun bir adamla karşılaşırız.
Merakımız baştan kamçılanır. Ölmüş kedilerle yaşayan bu adam kimdir, o
şehirdeki altı gününde ya da öncesinde neler olmuştur? Derken o gün, nasılsa
bir dostundan mektup gelir. Bir dostu ona “Başında
fötr şapka. Ayağında kıl potur ve uzun konçlu postallar vardı. Bıyıkları da
kocaman. Sırtında doksan üç savaşından kalma bir martinle” (Kutlar, YKY,
2019, s. 36) adresini bilen garip bir adamın geldiğini, bir dostunu işkenceyle
öldürdüğü için onu ertesi gün belirttiği yer ve saatte bir hesabı görmek üzere
bekleyeceğini yazmıştır.
Bir hesaplaşma anının hemen öncesinde kahramanının gelgitli ruh halini
başarıyla veren, okuru ne olup bittiğine dair çıldırtan bir merak içinde
bırakan yazar, roman türü için hayli kullanışlı olan geriye dönüş tekniğiyle
Kediler öyküsünde harika bir doku oluşturur.
Dokuz yıllık memur olan öykü kahramanının rasyonel dünyamızın tekdüzeliğinden
fazlasıyla bıkıp usanması nedeniyle aniden hayatını değiştirmek istediğini
görürüz. Bu nedenle işe gitmesi gereken bir sabah, kedilerle bir arada yaşamayı
seven dostunun mekânına gider. Otoritelerle, iktidarlarla ve onların koyduğu düzenlemelere
bağlı olarak yönetilen tekinsiz dış dünyayla neredeyse ilgisiz arkadaşı, dışarıda
kedilerine yer olmadığından oracıkta, iktidar gerektirmeyen dünyasında kedileriyle
yaşayıp gitmektedir. Dolayısıyla dokuz yıldır düzen değirmeninde günbegün öğütülen
memurun bunaldığı dünya ile sonrasında karşılaştığı dünya arasındaki keskin
farklar öykünün temel çelişkisini oluşturur. Kimseye ihtiyacı olmadan
kedileriyle yaşayıp giden adamsa olsa olsa toplumun delilerinden biridir. Başka
türlüsü İshak için mümkün değildir. Kediler’deki kedi sevdalısı adam da, Çatı’daki
Güleç Osman da otoriteye, güce delilikleriyle karşı gelmekte, yahut deli olduklarından
bir otorite, iktidar aramadan yaşayabilmektedir. Fakat dediğimiz gibi düzenin
değirmeninde öğütülmüş, yontulmuş dokuz yıllık memurumuz her ne kadar hayatını
değiştirmek istese de arkadaşının düzen dışında oluşturduğu kedili dünyadan
hoşlanmaz. Ut çaldıkça dökülen kedi tüyleri, saldırgan kediler alıştığı yaşam
biçimine uygun değildir. O rasyonel dünyanın, herkesçe bilinip kabul gören sıradan
gerçeklerin, kuralların, kontrol edilmenin, emir almanın adamıdır. Arkadaşının kedileriyse
öyle bilindik, alışıldık kedilerden olmayıp fazla özgür ruhlu, bambaşka
yaratıklardır. Dahası uçabilir, dokunulduğunda dağılıp yeniden eski biçimlerini
alabilir, yabancıların varlığında canavarlaşabilirler. Bu fantastik, gerçeküstü,
Kafkavari kedileri bir punduna getirip yere, rasyonel dünyaya indirir. Bunu da
en birincil ihtiyaç üzerine kurar ve aralarındaki uyumu bazılarını çok yedirerek
bozar. Arkadaşının masalsı dünyası, korunaklı limanı bir anda gerçekler
dünyasının acımasız hışmına uğrar. Aralarında çıkan peşi sıra kavgalarla
kedileri tek tek öldükçe arkadaşı da çaptan düşer. Son kedi de öldüğünde arkadaşının
dünyasını tamir edilmeyecek biçimde yok etmiştir. Böyleyken onu hasta yatağında
bırakıp G.’ye gelir. Bir masal iklimini, bir ütopyayı politik denebilecek
yöntem ve yönlendirmelerle yok edip düzenin bir başka kentine sığınır. Altı gün
boyunca kentin kenar mahallerinde, sessiz sokaklarında, pis çamurlu dere
boyunda hâlinden memnun gezinir.
Memurumuz bunaldığı düzenin bozulmasına katlanamayan, kopamayacak kadar
alıştığı için kirli yöntemlerle de olsa onu sürdürmeye çalışan bir başına
buyruk; kedici adam dışarıya kapattığı küçücük dünyasında kedileriyle yaşayıp
giden, otoritelerden, iktidarlardan bağımsızlaşmış ütopik bir deli; mektupta
tarif edilen bir hayal zamanından fırlamışçasına farklı görünümü, söylemi ve
doksan üç savaşından kalma mavzeriyle hesap sormaya gelen adamsa yine deliliğin
bir çeşidi olarak o ütopik dünyanın silahlı hesap sorucusudur. Gerek kılığı,
gerek mavzeriyle yersiz yurtsuz, zamansız bir tür deli/derviştir o da.
Bir olay üzerine yaslanmayan, geleneksel öykü bağlarının tamamen dışında,
farklı kurgulanmış öyküleriyle İshak yol göstermeyi sürdürüyor.
Kaynakça:
Naci, F. (1998), “Kıskanmak”,
İstanbul: Oğlak
Kutlar, O. (2019), İshak, İstanbul:
YKY
İshak yerli edebiyat içinde en çok sevdiğim, her okuduğumda kendini yeniden üreten öykülerden oluşuyor. Defalarca okudum,her okuyuşta anlam değerine yenileri eklendi. Kitapta beni en çok çarpan öykü Kediler.
YanıtlaSilKediler ile ilgili çok değerlendirme yazısı okudum, aradığım bir ayrıntı var, ona denk gelmedim, kimse değinmedi henüz. Bu da Ermeni meselesi. Metne buradan baktığımda imgeler çok daha farklı katmanlara götürüyor beni. Bir gün bir yerde karşılaşırsak bunu sizinle de paylaşmak isterim.
Bu arada değerlendirmeniz çok derinlikli ve ufuk açıcı.
Zarif yorumunuz için teşekkür ederim. Dediğiniz gibi İshak ve özellikle de Kediler çok derinlikli bir öykü. Umarım bir gün konuşma fırsatımız olur.
YanıtlaSil