Boğazımıza atılan düğüm: Nilüfer Benal'in ilk romanı Unutulan

 


Bir tarafı Selanik’ten diğer tarafı Mardin’den göçmüş; Antalya’da, İzmir’de, Adana’da, Konya’da yaşamış insanların eseri Rüya. Soy ağacının dalları öyle karışmış ki birbirine, onda tek bir ulusun egemenliğini aramak anlamsız. Susuşları, coşkusu, düğüm düğüm acıları ve pişmanlıklarıyla özgün bir karakter olarak romanın da odağında. Üstelik tarihsel mayasından öngörebiliyoruz ki Unutulan’da, Rüya’nın yaşamına eğilecek, karşılaşacağı dalgalanmalara tanık olacağız. Öyle de oluyor. Savaşlardan kaçanlar, mübadelelerle yurtlarından koparılanlar, sevgilinin peşinden gidenler, bir türlü aşka doyamayanlarla Nilüfer Benal’in kalemi insanlık dramlarına çevriliyor.

Aynı dönemleri anlatan kimi yapıtların aksine düşmanlık örmüyor, romancı. Mazide husumet aramadığı gibi çağdaşta da bu yolu tutmuyor. Dahası, onun romanında kimse salt kötü değil. Biz gibi, hepimiz gibi kişileri. Biraz iyi, biraz kötü. Bu ikisinin değişen dengesinde buluyor herkes yolunu. Ki anlatılan zaman da buna uygun. Söz gelimi Yunan askerleri ikinci çocuğuna hamile Fatma’yı bir yaşındaki oğlu İzzet’le yurdundan koparırken insanlığını unutmayan komşusu Marika, Fatma’nın parmaklarını öpüyor. Parmaklara konan o öpücüğe neler sığmıyor ki… Sevgi, şans dileği, minnet, hüzün… Fatma da sofrada kalan baklavayı oğlu Yannis’e yedirmesini söylüyor. Derken bir öpücük, bir iki cümleyle düştüğü yerden kalkıp ayaklanıyor insanlık. Gönlümüz hoş oluyor. Bu yaklaşımlarıyla mübadele denen anlamsız zulme, dolaylı tepkiler veren ideal kadınlara dönüveriyor Fatma’yla Marika. Askerler itip kakarak, vurup kırarak politikayı icraata dökedursun, politikanın kirletemediği insani göndermelerle ırkçılığa, düşmanlığa, savaşın saçmalığına yükleniyor romancı. Hâl böyle olunca Benal romantiklere özgü bir tavırla taraf mı tutuyor yoksa onca güdümlü okumanın sonunda biz mi bu göndermeleri romantik bulacak kadar kirlenmişiz, karar veremiyoruz. Bir Türk mübadiline kötü davranan Yunan askerine, bir başka Yunan askeri engel oluyor. Acımayla karışık bir şefkatle “Hadi ana, düş yoluna!” deyince üniformanın dahi insanlığa söz geçiremediği nice anın huzuruyla yüreğimiz ferahlıyor.

Unutulan asıl gücünü okuru meraklandıran bir kurguyla adım adım ilerleyen, ilmek ilmek işlenen dramatik yapısından alıyor. Yazar yarattığı çatışmalarla okurunun duygularını kâh coşturup kâh durultarak merak düğümünü hep etkin kılıyor. Gerilip gerilip ipuçlarıyla soluklanan okur, o vakte değin anlamlandıramadığı ilişkiler ağıyla zihinsel boşluklarını biraz daha kapatıyor. Rabia, Sultan ve Osman’ın ilişkisine bu bağlamda bakınca yazarın başta gayet koyu tuttuğu, sayfalar ilerledikçe peyderpey araladığı sis bulutundan gizemli,  girift bir ilişkiler ağı çıkıyor. Kocasını cephede kaybeden anne Sultan’ın komutanı görmek için her gün çeşmeye gitmesiyle yaşadığı kalp yanması giderek çetrefilleşiyor. Göremeyecekleri bir köşeden onlara bakarken komutan Osman “kaçalım” deyince bizim de soluğumuz kesiliyor. Nasıl kesilmesin, hiç olur şey midir; kızı, üvey kardeşi ve kaynanasıyla yaşayan kadının tanımadığı bir adamla… Ne var ki her günahı mübah saydıran sevginin gücü, bu ikilemde Sultan’ın aklını başından almaya yetiyor. Çocuğunu ve kardeşini de alırız, deyince içten içe ikna oluyor Sultan. Günü gelince kaçarlar… Kaçarlar ama bin aksilikle… Evladından ayrı düşer, Sultan. Üstelik nereye gittiğini, Osman’ın nasıl biri olduğunu bile bilmeden. Onların gönül ilişkisini zora sokan çatışmaları örmede iyi iş çıkarıyor Nilüfer Benal. Bu sayede okurun merak unsurunu da başından sonuna değin diri tutmayı başarıyor ve yüreği hop oturup hop kalkan bizler, kitaptan başımızı kaldıramıyoruz. Osman’ın Sultan’ı sürekli kandırdığını, oyaladığını, avuttuğunu gördükçe kendimizce çıkarımlarda bulunuyor ve kuşkulu davranışlarından dolayı ona bir türlü güvenemiyoruz. Sevgiden, aşktan bahsetse bile gittikçe daha sert, yalancı, yasakçı hatta dayakçı kişilik özellikleriyle erkek egemen toplumumuzun davranışlarını sergiliyor. Sevdiği kadını evladından kopardığı yetmezmişçesine kardeşinden de koparıyor. Gelişmemiş bir kafaya, sığ bir kültüre sahip olsa bile tüm bunları aşkı için yapıyor ve bizi de kendine şahit gösteriyor. Tam da bundan, ne bizim ne de romancının ona kıyamaması! Dahası hakkını teslim ediyoruz Osman’ın. Sinir bozucu da olsa dört dörtlük, gizemli, çok boyutlu bir karakter. Sultan’ın karşısına çıktığı andan itibaren ne yapacağını asla kestiremediğimiz farklı bir kişi. Bir Kuvâ-yı Milliyeci olarak memleket savunmasında önemli fedakârlıklarda bulunduğundan sayesinde tarihi yolculuklar yaparak Unutulan’a derinlik de katıyor. Ne var ki Sultan’a olan sevgisi dışında hiçbir şeyde net değil. Örneğin Atatürk’e sıkı sıkıya bağlı olduğunu dillendirip dursa da zihinsel taşlar bir türlü yerine oturmuyor onda. Tam bir muamma! Bir ideali ne kadar içselleştirdiği belirsiz olduğu gibi davranışlarına baktığımızda da savunduğu ile karşı çıktığı düşüncelerin iç içe geçtiğini görüyoruz. Yine de sağduyulu değerlendirmeleri azımsayacak kadar çok. “… sen Türk’sün deyince Kürt Türk oluverecek mi?” diyerek toplumsal sorunları baskı yoluyla çözdüğünü sanmanın onları gelecekte nasıl devleştireceğine dair göndermeler yapıyor. Bir askerden duymaya alışık olmadığımız bu serzenişlerin bir benzerini Sultan’ın üvey kardeşinden duyunca Osman’a sevgimiz yeniden depreşiyor: “Düşman kimdi acaba oyunlarında? Yaşadığı şehrin kargaşasında Kürt’ü mü, Ezidi’yi mi, Süryani’yi mi, yoksa tüm halkın korktuğu Türk askerlerini mi…” Ne var ki iş uygulama aşamasına gelince Osman sürekli kaçak dövüşür, hatta dövüşten kaçar. Bunu da her kötülüğün başka kötülükleri doğurduğunu hep unutarak en çok Sultan’a karşı yapar.

Romanın sonlarında Rüya, bir yandan Özgür’ün tek kişilik rüya konserini dinleyedursun az ötede mültecilerin canhıraş çığlıkları yükselir. Dolayısıyla her yeni solukla ilmek ilmek güçlenip serpilen Unutulan’ın kuşaktan kuşağa aktarılan hikâyesi o gün için bitse de roman bitmez. Ki zaten Rüya’nın Sultan ölürken doğması, o korkunç trafik kazasında yol arkadaşları ölürken onun enkazdan hem sağ hem de İzzet’le çıkması, yıllar sonra bin bir musibet içinden kardeşinin ona gelmesi bundan.

Öyle ya da böyle hayat buruk sevinçlerle sürüyor! Unutulan’ın mutluluğu da böyle, boğazımıza atılan bir düğüm sanki! 

Nilüfer Benal, Unutulan, Edebiyatist Yayınevi, 1. Baskı, Kasım 2020, İstanbul


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder