Son zamanlarda öteleyerek, türlü bahaneler
uydurarak, gözümün önünden kaldırarak okunmasını geciktirdiğim kitapları
okumaya çalışıyorum. Bahanelerimi düşündükçe pişmanlık duyduğum da olmuyor
değil. Nasıl olmasın, öyle kitapları ötelemiş ya da kitaplığımın görünmez
köşelerine, izbelerine sokuşturmuşum ki…
Russell Banks’in Başka Bir Dünya (Dost
Kitabevi Yayınları, 2000) kitabının adı da, kapağı da bu denli çekiciyken neden
ona da aynı muameleyi çektiğimi hatırlamıyorum bile. Belli ki kurunun yanında
tutuşmayı bekleyen talihsizlerdendi.
Gel gör ki üç dört gün önce elime alıp
–Amin Maalouf’un Uzaktan Aşk’ını henüz bitirmiştim ve bu kitabın havasından çıkmayı
bir süreliğine istemiyordum- gelişigüzel karıştırdıktan, arka kapağını okuyup
önündeki özenli resmi dikkatlice inceledikten sonra kıyıya vuran bir batıktan
çıkarılmış hazine iştahıyla abandım satırlara. İlk cümlenin, ilk paragrafın
tadı gerçekten doyumsuzdu:
“Bir köpekti – gördüğüm şey kesinlikle
bir köpekti. Ya da gördüğümü sandığım. O sırada oldukça yoğun kar yağışı vardı
ve kar yağarken hiç olmayan ya da tam olarak var olmayan şeyler görebilirsiniz
ama olan bazı şeyleri de gözden kaçırabilirsiniz. Bu yüzden Tanrı’ya şükür, bir
şeyi gerçekten de gördüğünüzde, eğer kafanız benimki gibi çalışıyorsa, ne olur
ne olmaz diye, her ihtimale karşı tepki verirsiniz. Bu benim bir şoför olarak
terbiyem ama aynı zamanda iki yetişkin erkek sahibi bir anne ve kötürüm bir
kocanın eşi olarak mizacım. Bu sayede, yanılsam bile günah benden gitmiş olur
en azından.” (Banks: 19)
İki yetişkin çocuğun annesi olan bu
kadının – adı Dolores Driscoll’du - genç değildi, hatta geçkindi ve hem kötürüm
bir kocanın karısı, hem de şoför olduğuna göre çalışkan olduğu kadar cefakârdı da. Okudukça öğreniyorduk ki kasabada
bilinen, güvenilen biri olarak yıllardır okul servisinin şoförlüğünü yapıyordu.
Fakat 27 Ocak 1990 günü, karlı bir
sabah onun kullandığı okul otobüsü yoldan çıkarak, feci bir kaza yapacak ve çok
sayıda çocuk ölecektir. Tam bir facia! Çocukların boşluğu ailelerde asla
doldurulamayacak yaralar açar elbette; ama işin içine sonraki bölümlerde ihmal
davaları uzmanı, işinin piri bir avukat girer ve ölen çocukların ailelerinin
kafasını çelmeye, yaşananın bir kaza olmadığını, hatta hiçbir zaman kaza diye
bir şey olamayacağını, ciddi ihmaller sonucunda bu olayın yaşandığını sayar
döker ve aileleri ikna etmeyi başarır. Giderek görürüz ki aileler günlük
yaşamlarındaki maddi açmazlarını doldurmak için çocuklarının yokluğunu değerlendirme
niyetlenirler. Kazada beli kırılan Nichole’nin ailesi de bunlardandır ve
onların mazeretleri elbette daha anlaşılır türdendir. Çünkü Nichole’ün bakım
isteyen yaşamı, her zaman madden güçlü olmalarını gerektirmektedir. Davaya
inanmayan tek isimse kazada ikizlerini kaybeden Billy Ansel’dir.
Dava süreci, Nichole’ün davaya
yaklaşımı yüzünden avukat Mitchell Stephens’in umduğu, planladığı biçimde
ilerlemezken, şoför Dolores’in romanın sonlarına doğru içinden geçenlerse
insanın içini acıtacak türdendir.
“Nichole Burnell, Bear Otto, Lamston’ların
çocukları, Sean Walker, Jessica ile Mason Ansel, Atwater ve Bilodeau’ların
çocukları, otobüste olan ve ölmüş olan ve ölmemiş olan çocuklar ve ben, Dolores
Driscoll – biz tam anlamıyla yapayalnızdık, her birimiz. Yalnızlığımızın
paylaşılmışlığı bile onun basit gerçekliğini değiştirmiyordu. Ve ölmemiş bile
olsak, önemli ölçüde ölü sayılırdık, öyle ki bu durum beni artık hiç
şaşırtmadığı ya da korkutmadığı için, artık karşı koymuyordum da.” (Banks :252)
Oysa insan hayatı uzun süren kördüğümleri
kaldıramaz, bir şekilde düzlük arar, buna da mecburdur. Kazadan yedi sekiz ay
sonra kasabada düzenlenen panayır eğlencesinde ikizlerini kaybeden, ancak
davaya başından beri muhalif olan Billy Ansel’in dava sürecini hiç mi hiç takip
etmeyen Dolores’e o süreçte yaşananları anlatmasıyla her şey aydınlanır. Suçlu inkar
edilemeyecek biçimde Dolores’tir. Ama kazanın şoförü nedense kendini
hafiflemiş hissetmektedir.
Dostum;
YanıtlaSilOkuyunca yazıyı, eyvah dedim sonu da belli oldu şimdi. Hay Allah dedim hatta içimden. Fakat bilmem hatırlar mısın eskiden seninle Dost Kitabevi'nde kitap seçerken ve o zamanlar istediğimiz kadar çok kitabı alacak paramız yokken -hoş şimdi var ama bu sefer bütün kitapçıyı satın almak istiyoruz, haliyle paramız yine çıkışmıyor arzularımıza- ben önce kitapların sonunu okurdum, son paragrafını. Sen de derdin ki "e iyi de sonunu öğrenmiş oluyorsun..." Neyse ki ikimiz de biliyoruz, o zamandan bu yana, illa sonuna baksam da, okumaya başlarken billinçli bir tercihle sonunu hatırlamadığımı... Öyle görünce şimdi yazıyı, ne vakittir elim uzanmayan "Başka Bir Dünya"yı bu sefer okuyayım dedim. Tabi hemen başlamak yerine, sonunu bilinçli bir şekilde unutmam gerekiyor... Hayat da böyle değil mi zaten, sonunu biliriz ama hep unuturuz.
Sevgili dostum,
YanıtlaSilKiraz yıllarımızdı bence o yıllar, şimdi aynı tadı duyamadığımız zamanları yaşıyoruz. Nar yılları desem çok iddialı olacak belki; ama daha aşağısı değil, nar olmalı. Dolu dolu, yoğun, ekşisi ya da tatlısıyla sürprizi bol ve biraz da mistik olmalı. Dışından bakınca içini kestirebilmelisin az çok.
Başka Bir Dünya... Soruyorum halen kendime: "Neden okumayı erteledim?" Verdiğim bir yanıt yok sanki, varsa da öyle kısık sesli ki ağzımdan çıkanı kulağım işitmiyor.
Sonunu söyledim gerçi ama sonunu öğrenince "okunmaz artık" denilecek bir kitap değil. Ayrıca filmi de yıllar önce Atom Egoyan tarafından çekilince...