Nasıl aşk, hangi hürriyet, ne biçim istibdat?



“Dört saat hiç durmadan yol aldıktan sonra Orient Ekspres’in lokomotifi, biraz soluklanmak için Ayastefanos İstasyonu’nda durmuştu.” Böyle başlayan roman[1], yanıltmıyor bizi ve bir su gibi alıp götürüyor. Hâkim anlatıcının birbiri ardına farklı kişileri resmettiğini görüyor ve ne gibi bir heyecanın içine düştüğümüzü bilememenin keyifli kıvranışlarıyla okumayı sürdürüyoruz. Az sonra meşhur trenin diğer yolcularıyla merakımız dallanıyor. Tek başına yolculuk eden Bulgar büyükelçisinin güzel eşi Sonya Pavlova, Alman askeri ataşesi Reinard Engenberg, ünlü İtalyan besteci Mancini, Avrupa sosyetesinin tanınmış çapkınlarından Yahudi asıllı çelik tüccarı Isaac Menthol ve her daim 7 numarada yolculuk eden, çocukluğu İstanbul Fener’de geçmiş, Padişah II. Abdülhamit’in dostu, silah tüccarı Basil Zaharoff’la tanışıyoruz.

Anlatıcı, bir kamera gibi genel açıdan yolcularını bize tanıtıldıktan hemen sonra tren, hareket memurunun düdüğüyle kalkmak üzereyken 7 numaralı kompartımana duru güzelliğiyle Sonya konuk olur. Sirkeci Garı’na kırk beş dakikalık süreyi Basil Zaharoff’un perdeleri indirmesiyle “görüşerek” değerlendirirler. Romanın hemen başında “aksiyon okuru”nun hoşuna gitsin diye yerleştirilmiş Sonya sadece bir sos olarak girdiği anlatıdan Sirkeci Garı’nda veda edilecek çıkarılan cinsellik ögesidir. Zaharoff’sa zengin olarak tanıtılmasına gamsız, hovarda, iş bilir özelliklerini de ekleyerek iner trenden.

Tarihi bir macera filmi izliyormuş havası yaratan roman, Zaharoff’un Pera Palas’a yerleşmesiyle sürerken Abdülhamit’in istibdadının yaşandığı 1891 yılının İstanbul’unun genel manzarasından ayrıntılar verilir. Kadınlara uygulanmak istenen kılık kıyafet zorunluluğu ve öğrencilerin dağıttıkları Abdülhamit karşıtı bildiriler genel görüntü açısını oluştururken anlatıcı yine özel açıya dönerek tıbbiye öğrencilerine odaklanır.

Bir Alman işletmesi olduğu için hafiyelerin giremediği Beyoğlu’ndaki Zowe Birahanesi’nde buluşan tıbbiye öğrencileri üç ayda bir Galata Rıhtımı’na yanaşan gemiyle gelip onlarla buluşan Filip’i beklerler. Filip, Abdülhamid’e karşı muhalif düşünceleriyle tanınan, gıyabında idama mahkûm edilen Mizancı Murat’ın istibdata karşı Paris’te çıkardığı gazeteleri onlara ulaştıran kuryedir. Mizancı Murat’ın yazılarından derledikleri bildirileri efsanevi hafiye teşkilatına yakalanmadan soluk soluğa dağıtarak hürriyet uğruna işkenceyi, hapisleri, sürgünleri göze almaktadırlar.

  Romana Maria girer. Abdülhamit’in sağ kolu Kara İzzet Paşa’nın metresi olan son derece genç, güzel ve elbette gayrimüslim bu kadınla genç tıbbiye öğrencisi Suphi -tesadüf odur ya- bildiri dağıtırken hafiyelere yakalanacakken onun kupa arabasına sığınmasıyla karşılaşırlar. Ki, ondan sonra kitabın hareketli anlatıcısı yakın planlarla Maria’yla Suphi’nin arasında doğurduğu aşka dönmek için neden arar.  Çok geçmeden yakalanan Samatyalı’nın okul arkadaşlarına tevkifat furyası başlayınca Suphi can havliyle aşkına sığınır ki Kara İzzet Paşa’nın karanlık gölgesinde Maria ona hem evinin hem kalbinin kapılarını açar. Ne var ki bu rahatlık ortamında Suphi; arkadaşları işkencelerde inim inim inlerken bir fare gibi Kara İzzet Paşa’nın evinde saklanarak sevgilisinin koynunda saadete dalmayı kendisine yakıştıramaz. Planlar üretmeye başlar ve Mizancı Murat gibi Paris’e kaçarak Maria’nın oralarda sahneye çıkmasını, kendisinin Jön Türklere bağlı bir gazetede muhabirlik yapıp geçinip gitmeyi düşler. Bu romantik kaçış planı dönemin, hayatın gerçeğine uymaz ve kaçarken Suphi yakalanır, Paris’e gitme rüyası kısa sürer.

Suphi’nin nezdinde istibdattan bunalan hürriyet âşıkları, Paris’e ulaşmaya çalışırken aynı sırada Mizancı Murat’ın Paris’teki evine Abdülhamit’in hafiyeleri konuk olur. Ülkeye dönerse hakkındaki idam kararının kaldırılacağı, kendisine Danıştay üyeliği verileceği ve bir servete sahip olacağı mesajı iletilir. Teklifi kabul eder Mizancı Murat ve böylece İttihat ve Terakki muhalefetinin en etkili adamı davasından dönmüş, dövüşmeden teslim olmuş olur. Paris sürgünü biten Mizancı Murat’ın İstanbul rüyası bir anda gerçek olur.

Silah tüccarı Zaharoff, 1885’te Osmanlı’ya denizaltı da satmıştır. Altı yıl sonra, bu sefer sattığı makineli tüfekler dolayısıyla hem kendi hem komisyonlarını alan Padişah Abdülhamit ve Kara İzzet Paşa bu alış verişten memnundur. Zaten onların dünyasında düşünceler mütemadiyen gerçekleşmektedir.

Burak Artuner ilk romanı “Aşk, Hürriyet, İstibdat”ta romanın adıyla koşut olan üç çizgide ilerler ve tüm çizgilerde romanın jönü olarak Suphi’yi görürüz. Maria’ya ve hürriyete âşık, dolayısıyla istibdata düşman, tutkulu bir kişidir o. Babasının Ertuğrul Fırkateyni’yle bile bile ölüme gönderilmiş olması, köhnemiş zihniyete karşı çıkmasının alt yapısını oluşturur. Annesinin biçimlendirdiği geleneksel ev, aile ortamında ortalama dini değerlerle yetiştirildiğini, zaman içindeyse kendi yolunu tuttuğunu görürüz.

Burak Artuner’in Refik Halitvari gözleri, deyim yerindeyse kartal gözü keskinliğinde. Günümüz gençliğinin hoşuna gidebilecek bir film tadında olan romanın akışı, heyecanla başlayıp okuru sürüklemesi hep aranan özellikler. Yine aşkı cinsellikle buluşturması, roman kişilerindeki keskin çizgiler de popüler kültürün aranan özelliklerinden. Ne var ki yazarın ruh durumlarını vermede tekleyen, başarılı olmayan, salt tutkuların esiri olarak kurguladığı roman kişilerini sürekli devinim/aksiyon içerisinde göstermeye ve tempoyu hep yukarıda tutmaya hevesli kalemi, bize bir dönem romanı ya da bir tarihi roman değil, tarih çeşnisi katılmış bir roman sunuyor. Öyle ki adındaki “aşk” iddiası da derinlemesine yaşanmadan, bir saman alevi gibi cinsellikle coşup sönüveriyor. Mizancı Murat’ın davasını dövüşmeden satmasıyla hürriyetin istibdata boyun eğdiğini okurken bu defa da Abdülhamit döneminin, adındaki “istibdat”ın karanlık boyutlarını bulamıyor, tarihsel derinlikten de mahrum kalıyoruz. Hal böyle olunca kendi kendimize söylenmeden geçemiyoruz: “Nasıl aşk, hangi hürriyet, ne biçim istibdat?” Dolayısıyla tüm bunlar, yazarın gazeteciliği ve gazeteciliğin doğası gereği sansasyonel olay peşinde koşturmasından bağımsız düşünülebilir mi?



[1] Burak Artuner, Aşk, Hürriyet, İstibdat, Can Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2015


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder