İçeriden dışarıya taşan karanlık: Tecrit (1. bölüm)

“Bazıları ışığın, bazıları gölgenin peşine düşer.”

T.S. Eliot


           


            “Bu satırları okumakta olan canım kardeşim,
Bazen en uzak halk kendimizinkidir bize. Okyanus aşırı bir memlekettir bazen Türkiye. Bu toprağın yeniden bizim toprağımız olmasını istiyorsak eğer, yeniden birleştirmemiz gerekiyor tepelerimizin hikâyelerini. Söküldüğümüz yerlerden, “çilemizi” çözüp çözüp yeniden örmemiz gerekiyor kendimizi. Yoksulluğun vahşetiyle sertleşen hikâyeleri neresinde bıraktıysak o sahneye dönüp yeniden takip etmemiz gerekiyor film şeridini. Korkup gözümüzü kapattığımız sahnelere bu kez gözlerimizi dört açıp bakmamız gerekiyor.” 1
            “Bütün bunlar olurken Kürtler Kürdistan’a, İslamcılar Arabistan’a, “Moskovasız” kalanlar evlerinin en karanlık odasına, memleketin tek günahkarları olan kapkaççılar cehennemin dibine gitsin isteniyor. “Kanında boğulması gereken vatan hainleri” için mezarlar hayal ediliyor.” 2

            tecrit nedir

         Arapça kökenli sözcüğün üç karşılığı bulunuyor. İlki ayırma, ayrı tarafta tutma, ikincisi (fel.) soyutlama, sonuncusu ise yalıtım; tecrit etmek ise herkesten ve her şeyden ayırma ile (fiz.) yalıtmak. 3          

            ders kitaplarımız tecrit için ne diyor
           
            “Acaba insan yetersiz uyarım içerisinde bırakılırsa ne olur?
            Sanki hiçbir uyarıcı almazsak dinlenecekmişiz, çok rahatlayacakmışız gibi gelir. Oysa durum bunun tersidir. Kutup araştırmacılarının, batan gemilerin günlerce denizde kalan tayfalarının, savaş esirlerinin duygu, algı ve düşüncelerinde türlü değişmeler gözlenmiştir. Uyarım gereksinimi artmış; gerçekle gerçek olmayanı karıştırma, sonucunda da ruhsal çöküntü ortaya çıkmıştır. 1954’te Mc Gill Üniversitesi’nde Hebb’a Laboratuvarlarında Bexton, Heron ve Scott tarafından gerçekleştirilen algı yoksunluğu deneyleriyle uzun süreli monotonluk ve yetersiz uyarılmanın insanlarda normal fonksiyonlarının bozulmasına yol açtığı kanıtlanmıştır.
            Yetersiz uyarım deneyi hiçbir dış uyarıcının gelmediği ve iç uyarıcıların gerektirdiği etkinliklere elverişli olmayan odalarda yapılır. Deney sonucunda öğrencilerin;
-          Yapılan zeka testlerinde zekalarının düştüğü
-          Algılama bozuklukları olduğu
-          Sanı görmeye başladıkları
-          Davranışlarında düzensizlik olduğu saptanmıştır.

İnsan etkin olmak zorundadır. Sağlıklı bir insanı etkin olmaktan alıkoymak ona
verilecek en büyük cezadır….” (Milli Eğitim Bakanlığı Açık Öğretim Lisesi Psikoloji Ders Kitabı 1, Sayfa: 17) 4

tecrit topluma model olarak dayatılan bir şey midir


Çoğu zaman kendi özgürlüğümüzden yakınır, her şeyin anlamsız ve boş geldiği durumlarla karşı karşıya bırakıldığımızı düşünürüz. Elimizdeki olanaklar bir türlü isteklerimizi karşılamaya yetmez. Yetmemesi belki doğaldır, ancak beğenmediğimiz bu olanaklara sahip olamayanları nedense hiç düşünmeyiz.
            ‘İnsanoğlunun suça eğiliminin olup olmadığı’ ayrı bir konu, yine suçun karşılığı yahut bedeli olan ceza da. Bu kavramlar, çeşitli anlayışlara göre hâlâ esnekliğini korumakta. Buna karşın insanlığın yarattığı her sistem, uygulama aşamasında içeriye tıktığını (yargılayarak ya da yargılamayarak) “suçlu” görmekte. Ya da “hasta”. Öyle ki ‘Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun’da şöyle der: “Hürriyeti kısıtlayıcı ve diğer tedbirlerin öncelikli amacı hükümlünün iyileştirilmesidir.” 5
            Bugün Türkiye hapishanelerinde bir araştırma yapılsa ortaya içler acısı sonuçlar çıkacaktır. Enikonu bir araştırmaya da gerek yok; eldeki veriler kamuya sunulsa bu tezin haklılığı kanıtlanacaktır. Öyle ki ülkemizde 25 yıldır hüküm giymeden hapishanelerde tutulan insanlar var. Tutuklularımızın sayısı hükümlülerimizden fazla. Fakat içeri giren biri için ‘vardır elbet bir sebebi’ diyen yaklaşımla dolu bilinçlerimiz. Hapishanedeki herkesi ta başından suçlu görüyoruz ve bu bilinçsizlik hali artık iyice kökleşmiş, dallanıp budaklanmış konumda. Gözaltıyla başlayan, Emniyet’te zorla alınan ifadelerle devam eden, mahkemelerde hükme dönüşen süreç, hapishanelerle tamamlanır.
            Türkiye hapishanelerinde yaşananların bir kısmı kitaplaştı, belgeselleşti, filmleşti; kimi olaylar bize ait olmayan kurumlara (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) sevk edildi. Yaşanan bu gelişmelere kulaklarını tıkayan, gözelerini yuman, dilini bağlayan insanlar topluluğu olmamızın sonucunda içerdekiler adamakıllı yalıtıldı. Uygulamalar günden güne ağırlaştı. Koğuş tipinden hücreye geçildi, tecrit hiç olmadığı denli ağırlaştırıldı, mahkûmların insani dayanışmasına bile izin verilmez hale getirildi.
            Doğal olarak, tecrit iddiasıyla iç içe geçen F tiplerinden bahsedeceğiz. Gerçekten tecrit var mıydı peki buralarda?
- Yargının verdiği hapis cezası özgürlüğün kısıtlanmasından ibarettir. İktidar bu cezayı sınırsız ağırlaştırma olanağına sahip tecrit (izolasyon) koşullarında infaz etmek istemektedir. Hapsetme ile tecrit (izolasyon) aynı şey değildir. Hapsetme dışarıdaki toplumdan fiziken ayrılarak hareket özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Tecrit (izolasyon), insanı sadece canlı kalması gerekli asgari ölçü gözetilerek ruhsal ve fiziksel açıdan sakatlayacak ya da zamana yayarak öldürecek derinlikte ruhsal ve insani ihtiyaçlardan yoksun bırakmaktadır. Tasarının amacı zaten var olan tecridi (izolasyonu) daha vahşi boyutta uygulamaktır (Md. 32 ve devamı). Bilimsel tesbitlere göre, tecrit (izolasyon) sayılamayacak asgari sayı 15’tir. Mahpus gün içinde en az 15 kişi ile sosyal ilişiki içinde olmalı ve bu hak hiçbir şarta bağlı olmamalıdır. İzolasyon ağır bir kişilik hakkı ihlali ve insanlık suçudur. 6
“Yaşayan bilir türünden bir şey. Tek kelimelik ifadeler var. Bence uzun sürece yayılmış bir işkence. Düşünsene, tüm o sevdiğin şeylerden, arkadaşlarından, kitaplarından ya da başka şeylerden, en önemlisi toplumdan izole ediliyorsun. Tecritte insani uyarıların demire, duyguların betona gömülmeye çalışılıyor. Yani tecrit asıl olarak insanlıktan soyutlanmaktır. Sosyal olanı en aza indirgeyerek izole etmeyi amaçlıyor. Yalnız insanlara biz bunu burada yaşadığımızı anlatıyoruz. Yani en koyusunu. Kimileri tecridi, yalnızca bizim kapatıldığımız bu hücrelerden ibaret sanıyor. Oysaki salt bizimle sınırlı değil. Tecrit, demire, betona hapsedilmeye çalışılan ama özünde toplumun tüm kesimlerini kapsayan bir politika. İnsanların çoğu bunu görmüyor. Kimi de görmek istemiyor. Gençliğe, işçilere, sanatçılara, aydınlara uygulanan bu tecrit, sokak aralarına, Mc Donaldslar’a vb. yerlere gizlenmiş. Biz bu tecridin farkındayız. Ve en koyusunu biz yaşıyoruz. Bunu sökecek olanda biziz.
Tecrit; asık suratlar, gülmeyen dudaklarda. Canhıraş savrulan küfürde. Yani üç kişiye sığdırılan kahkahada. Böyle bakınca burada tecrit bu. Bunun dışında anlattığım gibi demiri, betonu aşan, buralardan çıkan bir şey tecrit.
İçinde yaşaması da, anlatması da güç…” 7

            F tipleri eski bakan Hikmet Sami Türk’e göre “otel”, son bakan Cemil Çiçek’e göre “misafirhane, konukevi” oldu. Türk ve Çiçek arasında kısa bir dönem Adalet Bakanlığı yapan Aysel Çelikel bu yaklaşımlara katılmadığını belirtse de soruna bir çözüm getirmedi, yahut getiremedi. Çelikel kamuoyunda “onur”, “ikna”, “sohbet” adı verilen genelgeleriyle çözüm bulmaya çalıştı. F tipleri cezaevleriyle birlikte İnfaz Hakimliği de göreve başladı. (…) Tutuklu ve hükümlülerin tepkisini çeken bir başka konuda içinde sivil bulunmayan “İzleme Kurulları” idi. Örneğin Hakkari Cezaevleri izleme Kurulu Başkanlığı’na emniyet müdürü seçildi. Adalet Bakanlığının “cezaevlerini sivillere açıyoruz” demesine karşın kurula üye olmak için 10 yıl kamuda çalışmak gerekiyordu. 8
“F” tipi cezaevlerine sevk amacıyla yapılan Aralık 2000 operasyonundan sonra, infaz rejiminin denetimi amacıyla getirilen “İNFAZ HAKİMLİĞİ” ve CEZAEVLERİ İZLEME KURULLARI” gibi kurumlar ise uygulamada bir iyileştirme getirmemiştir.              Mahkum hakları hukuksal güvence altına alınmadan yaratılan bu kurumların; mevcut uygulamaları meşrulaştırma ötesinde bir işlev yüklenmediği açıkça görülmediği gibi, ülkemizde bugüne kadar uygulanan Ceza infaz rejiminin suçluya yaklaşımında; insana ve insan onuruna saygıyı esas alan, uluslararası standartların getirdiği ölçütler içerisinde, suçluluğu önleyici mekanizmaların yaratıldığı, suçluyu toplumdan soyutlayan değil onu toplumun bir parçası olarak gören çağcıl bir felsefe hiçbir zaman hakim olmamıştır.
12.5.2003 tarihinde meclise sevk edilen ve “DÖNMEZER Tasarısı” olarak bilinen TCK tasarısının bir etki olarak Meclise sevk edilen ve halen Adalet Komisyonu incelemesinde bulunan CEZA VE TEDBİRLERİN İNFAZI HAKKINDAKİ KANUN tasarısında da, ceza infaz rejiminin suç ve suçluya olan geleneksel yaklaşımı değişmemiştir. 9
            İnfaz Hakimlikleri, cezaevleri yönetimlerinin ve disiplin kurullarının her türlü uygulama ve kararlarını onaylama, bu kararlara gerekçe bulma makamı gibi çalışmaktadırlar. Bu amaçla yazılan ve demagojik gerekçelerle süslenen kararlar azımsanmayacak sayıdadır. Adalet Bakanlığının basın açıklaması ya da cezaevi müdürünün talimatnamesiyle yargı karar metni arsındaki üslup farkı dahi İnfaz Hakimliklerinin birçok kararında ortadan kalkar. İnfaz Hakimi, hastaneye gitmek için beş aramadan geçen hücredeki mahpusun “apış arasının” dahi aranmasını görevlilere mecbur kılarken bir de mahpustan anlayış ve hoşgörü talep eder:
            “…şapka, ayakkabı, çorap içleri, apış araları, elbise araları gibi kısımlar dahil ciddi detaylı arama yapılır. Görevliler bunu yapmaya mecburdur. İşte böyle zamanlarda arama yapanlarla yapılanların karşılıklı anlayışlı ve hoşgörülü olmaları… bu işin kendi menfaatleri ve görev icabı yapıldığını takdir etmeleri gerekir.”
                “Apış arasının” ya da makatının aranmasına izin vermeyerek “kendi menfaatini” düşünemeyen “aptal” mahpusun başına neler geleceği – özellikle hücre tipi cezaevlerinde – bellidir. Başına geleceklerin İnfaz Hakimliği tarafından onaylanacağı da! 10                                  İnfaz Hakimliklerinin mahpusların şikayetlerini red gerekçeleri her zaman tek cümleden ibarettir; “…delil yokluğundan…” 100 şikayetten 99’u reddedilmektedir. 11
(…) F tipi cezaevleri çerçevesinde yürütülen tartışmalar bir bina sorunu olarak görülemez. Bugün İnsan unsuru gözardı edilerek sadece güvenlik sorunu olarak algılanmaktadır. Tutukluların fiziksel, sosyal ve psikolojik insani gereksinimlerini yok sayan izolasyon yaklaşımıdır. 12

            Kandıra F tipi hapishanesinden tahliye edilen İlhan Pirgaip ve Salim Özdemir, “F tipi cezaevi, Nazi kamplarından daha kötüydü. Adalet Bakanı cezaevinin 5 yıldızlı otel gibi olduğunu söylerken bir bakıma haklıydı. Çünkü hücremizdeki göğe bakan küçücük pencereden sadece yan yana beş yıldız görülebiliyordu.” 13 diyor.
            Peki ‘bilinen’ F tipi yasaklar nelerdir?
-          Gazete arşivi tutmak.
-          Siyah üzüm istemek.
-          Sabun ve deterjanı pencere kenarına koymak.
-          Kantin günü dışında alışveriş talep etmek.
-          Kantinden hücre arkadaşın için alışveriş yapmak.
-          Ziyaretçilerin getirdiği giysileri anında giymek.
-          Ajanda ve spiralli defter kullanmak
-          Voleybol oynarken konuşmak
-          Spor yaparken boyun altına gazete koymak (gazete amacı dışında kullanılamaz)
-          Mektuplara moral verici cümleler yerleştirmek, fotoğraf yahut çiçek iliştirmek
-          Walkman ile müzik dinlemek
-          Protesto amacıyla idarece verilen yemeği topluca almama eylemine katılmak
-          Cezaevi yönetimine karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak
-          Sineklere ve kokuya sebebiyet vereceği gerekçesiyle çay posaları ve sebze saplarını birbirine katarak elde edilen toprakla çiçek yetiştirmeye çalışmak
-          Bisküvilerden yaş pasta yapmak (Bisküvi amacı dışında kullanılamaz)
-          Kalp pili kullananlar güvenlik cihazından geçemez, dolayısıyla görüşe gelmeleri hem yasak hem de saçmadır
-          Genel yönetmeliğe aykırı olduğundan havalandırmaya kardan adam yapmak
-          Ortalığı kirleteceğinden kuşlara ekmek atmak
-          4 sayfadan uzun mektup yazmak
-          Leman, LeManyak, Yeni Harman, Penguen gibi mizah dergilerini sıkça istemek
-          Merkezi televizyon yayınında yer alan tek yabancı kanal (24 saat Hıristiyanlık propagandası yapan) GOD (Tanrı) TV dışında haber, bilim, kültür, sanat kanalı istemek. 14
Listeyi uzatmak olası. Bu uygulamalar genel bir politikanın, uzlaşının varlığını ortaya
çıkarmıyor mu? Bu genel politika: TECRİT.
Peki tecrit bugüne dek nasıl adlandırıldı?
-          Beyaz ölüm
-          Sessiz ölüm
-          Ölü bölüm
-          Sessiz bölüm
-          Disiplin bölümü
-          Mitar (çukur)
-          Tabutluk
-          Kör hücre
-          Boxcar Hücreleri
-          Cehennem çukuru
-          Kaplan kafesleri
-          Kontrol üniteleri
-          Yüksek güvenlikli süper cezaevleri 15
Listeyi uzatmak yine olası.
Tecridin mahkumda yol açtığı hasarları şöyle sınıflandırmak mümkün:
1.      Fiziksel etkiler
1. kas-iskelet ağrıları
2. göz bozukluğu
3. psikosomatik rahatsızlıklar
                        a) kulak çınlaması
                        b) kalp çarpıntısı ve ritim bozukluğu
                        c) hipertansiyon
                        d) nefes darlığı
                        e) cilt hastalıkları
                        f) baş ağrısı
                        g) mide rahatsızlıkları
                        h) kol ve parmaklarda uyuşukluk
            2. Psikolojik etkiler 16 (Bu grubu sınıflandırmak, aşağıda görüleceği gibi neredeyse olanaksız - Ü.K.)
           
            Tecrit, bir diğer adıyla duygusal mahrum bırakma (deprivasyon) araştırmalarıyla hapishanelerin dönüşümü genellikle iç içe olmuştur. Tecridin gözlemlenebileceği ve uygulanabileceği başlıca alan hapishaneler çünkü. 17
            1596’da bilinen ilk hapishanenin Amsterdam’da yapılmasının ardından 1600’lü yıllarla beraber çok sayıda tutsağın emeğinin karın tokluğuna sömürülebileceği “zorunlu iş evleri” inşa edilmeye başlandı. Atölyesiyle beraber inşa edilen bu tür hapishaneler ilk olarak 1855 yılında Londra ve Amsterdam’da yapıldılar. Bunu daha sonra Prusya’da inşa edilen ve sayıları gittikçe artan hapishaneler izledi. Bu hapishanelerde tutuklulara ağırlıklı olarak yün eğirme işi yaptırıldı. 18
            1791’de Filozof (aynı zamanda iktisatçı - Ü.K.) Jenemy Bentham tarafından, sürekli gözetim ve denetimin mümkün olacağı, PANOPTICON adı verilen bir sistemin önerildiği “Panopticon veya kontrol evi” adı verilen kitap yayınlandı. Panopticon Hapishaneler’de sürekli gözetim ve denetimin olanaklı olacağı tecridi ve bu yolla iyileştirmeyi içerir. Bu nedenle tecridi öneren bir zihniyet dönüşümünün başlangıcı sayılabilir. Zira kısa bir süre sonra hücre hapishaneler gündeme gelecektir. 19
            Filozof Jenemy Bentham’a (1748-1852) göre, Panopticon, hapishanelerin kalabalık, sıkışık ortamlarını düzeltecek, komplo, toplu kaçış girişimi, yeni suç işleme tasarısı, karşılıklı kötü etkileşim tehditleri olmayacaktı. 20
            Bu model o günün koşullarında yaşama geçirilemedi.
            Koğuşların yerini hücrelerin aldığı ilk hapishane 1797’de ABD’de inşa edildi. 1800’lü yılların başlarında ABD’de Pensilvanya Sistemi adı verilen sistem oluşturuldu. Bu sistem, tutukluları; a) disipline etme b) baskı altına alma c) gözetleme öğelerini içeriyordu. Bu sistemin uygulandığı ilk hapishane 1829’da Cherry Hill’de yapıldı. Ortada bir gözetim kulesi, kulenin çevresinde ise üst üste sıralanmış hücreler olan bir mimarisi vardı. (…) Pensilvanya Sistemi kısa süre içinde Avrupa’da da yaygınlaştı. 1842’de İngiltere’de Pentonville Hapishanesi inşa edildi ve bu tip hapishanelerin sayısı 1848’de 54’e çıktı. Almanya’da ise Mebcist Hapishanesi yapıldı. Fransa ise yine hücre sistemine dayalı, ama Pensilvanya Sistemi ile farkları olan Telefon Pol Sistemi adı verilen sisteme uygun hapishaneler inşa etmiştir. Paris’teki Fienges Hapishanesi bu sisteme dayalı ilk hapishanedir. 21
                                             DOSTLUK YARDIMLAŞMA VAKFI İNSAN HAKLARI VE ADALET SEMPOZYUMU BİLDİRİSİ      
                                             YOĞUNLUK DERGİSİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder