f tipi tecrit yaşamının değişik tanımları
Tecritte sen ömrü idarece belirlenen bir bitkisin; kıpırtısızsın keza ve sana ne zaman su verilir, ne zaman güneşe çıkarılırsın bunlarla kafanı yormana gerek yok. Unutma bir bitkisin sen ve uslu durduğun sürece bir gün hak ettiğin ilgiyi görme olasılığın var.
Her insanın F tiplerine yaklaşımı, tecridi algılayışı ne derece değişken göreceksiniz. Çünkü bu politikayı tanımlamak gerçekten güç ve bu politikanın sözlüklerden taşan birçok tanımı var. Bu tanımlardan yola çıkarak tecrit politikasının derinliklerinde neler yattığını görebiliriz. Şimdi onlara soralım; nedir tecrit?
“Dipsiz bir kuyuya seslenmektir… Hak gaspları ve yaşatılan sorunlara yönelik hiçbir girişiminizden sonuç alamamanızdır. Sesiniz o kuyuda ya yiter gider yankılanır yankılanır ve size geri döner.
Hapishaneye girişte ÇIRILÇIPLAK, ONURSUZ ARAMA dayatmasıdır.
Her şeyin SAYILI olmasıdır; 1 kaşık, 1 tabak, 1 bardak, 1 sandalye, 1 battaniye, 3 kitap, 2 kazak, 3 pantolon, 2 gömlek, 1 mont… Yenisini almak için, eskisini vermek zorundasınız. Örneğin, bardağınız kırılırsa; bir hafta bekleyip, kırıkları verdikten sonra yenisini alabilirsiniz.
Fotoğraflarda dahi TEK OLMANIZDIR… Aynı hücrede kaldığınız arkadaşınızla beraber fotoğraf çektirmeniz bile yasaktır.
Mahkemeye, hastaneye gidişte sevk aracının (ring) dahi hücrelere bölünmüş olması, yolculuk sırasında bile tecridin devam etmesidir. Bu hücreler daracık, basık ve havasızdır. Dışarıyı gören penceresi dahi yoktur.
Moral veriyor diye gelen mektupların engellenmesidir.
Permatikle saç tıraşı olmak zorunda kalmandır.” 38
“Tecrit, genel hukukta bir ceza uygulamasıdır. 1 ve 3 kişilik hücrelerdeki tecridin, infazın tamamında uygulanması, ‘ceza içinde ceza’dır. Bunun siyasi karşılığı, intikam almak, eza-cefa çektirmektir. “Beyaz ölüm” denmesinin nedeni de budur. Nitekim bir türlü sonu gelmeyen “AB’ye uyum yasaları”ndan biri olan idam cezasının kaldırılması tartışmalarında TBMM çatısı altında tecridin nasıl bir ceza olduğu da itiraf edilmiştir. Pek çok milletvekili ağırlaştırılmış müebbetin, idamdan beter olduğunu, idamın bir günde, an’lık ölüm olduğunu ama tecritte her gün ölüneceğini açıkça anlattı. Böylece intikamlarını almış olacaklarını belirtenin yanında, F tipleri ve CİK’in övgüsünü yapılar.” 39
“Öteki Hayata Dönüş” operasyonu sonrasında sol bacağı diz üstünden kesilen, üstüne üstlük bu haliyle ve pek tabii güvenlik gerekçesiyle hastanedeki yatağına zincirlenen Mızrap Ateş de tecridi şöyle ifade eder; “Tecrit, sessiz imhadır. Tecrit, insani duyguların yok olup körelmesidir. Tecrit, renk körlüğüdür. Tecrit, kurgular yapmaktır…” 40
“Öyle hissediyorum ki, uzun süre bu koşullarda kalmanın faturası ağır olacaktır. Öyle duruma geliyorum ki, giderek içime kapanıyorum, konuşamıyorum, konuşmayı unutuyorum, ağız dolusu kahkaha atmayı unutuyorum. Bu da beni ben olan insandan koparıyor. Bazen düşünüyorum kendi kendime “yarın dışarı çıkarsam, insanlarla yaşayabilir miyim, yoksa herkesten kaçar mıyım “bu da beni ürkütüyor, korkutuyor… Çünkü insanlarla kalma alışkanlığını, cesaretini giderek yitirdiğimin farkına varıyorum. İşte tüm bunlar bana korkun. Geliyor, acı veriyor.”
“Ben çocuklar gibi koşmak isterken, adımlarımın beton duvarda yarım kalması gibidir.”
“Gökyüzünün dört köşeli olmasıdır. Güneş ışınlarını görmek için sandalyeye çıkmak zorunda kalmaktır.” 41
“Bunu yaşamayanlara anlatmak gerçekten zor bir iş! Gören için küçük bir “ev”dir hücre, ama yaşayan için kapatıldığı kafes… Fakat onu en iyi anlatan bizim taktığımız addır: Tabutluk. Ceza, baskı ve işkence yolunu kullanarak düşünceyi değiştirme ve kişiliksizleştirmeyi amaçlayan ve bunun adına da “iyileştirme” deme, zayıflığı ve güçsüzlüğün, çürümüşlüğün ve tükenmişliğin adıdır, biz bunu biliyoruz ve var gücümüzle direniyoruz.” 42
“Evren kaç metrekare? Özgürlük kaç,
Kaç metrekare bu zindan
Bir tek sonuncunun cevabını biliyorum. Dörde beş metrekare. Sonsuzca metrekareden bize düşen, beş adımlık bir yer. Bir de ömür, ömrüm, ömrümüz… 500 yıllık olsa anlam verebileceğim de, 60-70 yıllık ömrün 36, 30, 20, 10, 5 yılının zindanda geçirilmesine onay verilmesini aklım almıyor. Abartı değil, inanamıyorum insan olabileceklerin bu kötülüğü yapabileceklerine. Laf olsun diye değil bu, gerçekten anlatılamaz. Yalnızca yılları değil, ‘Onları bir de olası en kötü şekilde nasıl geçirebilirim’in neyi anlatılabilir? Acısından, işkencesinden, baskısından vazgeçtim. Sırf bu yüzden yalnızca bu sebeplerden ötürü bağırıyorum: Bu sistem değişmeli! Bu sistem değişmeli! Bu sistem değişmeli! Yaşayan kahramanları taşa tutup, öldürdükten sonra baş tacı eden bu sistem değişmeli. ‘Tecrit’ kendi kendini kandırıyor. Neredeyse bir fizik yasası kesinliğinde, bedenin alanı daraldıkça, düşüncenin alanı genişliyor.” 43
“Hitler kamplarında insanlar ölüme gönderilirken, “elbiselerinizi çıkarıp banyo yapın” denilerek ölümlerin en hızlısı yaşatılıyorken, F Tiplerinde ölümün can çekiştireni, en acımasızı insanlar üzerinde deneniyor. Psikolojik ve düşünsel ölüme zorlanıyor. Mektup yazarken bile her an okunup, bize karşı kullanılacak diye ailemize, arkadaşlarımıza ruh dünyamızı ve özlemlerimizi yazmıyoruz. Dolayısıyla tecrit her yönüyle ve kapsamda yaşanıyor.” 44
“Bilmem sizler ölen bir insanı tabuta koyarlarken hiç gördünüz mü? Tabutun içine izole işlevini gören, dışarıya koku vermesini engelleyen ince bir saçtan bir içi kaplama yapılır. Ölü tabuta konulduğunda da tabutun kubbe biçimindeki kapağı kapatılarak sağlam büyük çivilerle çivilenir ve kapağın üstünden de ek olarak çember atılarak iyice sıkılır kapak. Bu gözlerimin önüne geldiğinde kendimi canlı canlı bu mekanlarda bu tabutların içerisine konulmuş olarak görüyorum. Çünkü bulunduğum “oda”da yerleştirilip sabitleştirilen ranza tabutun alt bölümü işlevini, tavanı ise kapak gibi kubbe biçiminde olduğundan tabut kapağını andırıyor. Bu da her akşam yatağıma girip uzandığımda tabutu hatırlatıyor ve gözümün önüne geliyor. Kendi kendime “diri diri tabuta girmişim” diyorum. Bu da uykumu kaçırıyor, uyut-muyor. Bir insan diri diri tabutun içine konulup kapağı kapatılır mı? Bu sorunun cevabı “hayır” olur muhakkak. Ama gelin görün ki, bizler canlı canlı tabutun içindeyiz ve yarın öbür gün dışarı çıktığımızda normal birer insan gibi olamayacağınızı gözlerinizle göreceksiniz.” 45
“Tanrı Hades’in yalnızca girişi olan yer altı ölüm ülkesinin sessiz, ketum, ölümü bekleme solukluğu…
Burası, zaman ve mekan dışı! İnsan gülüşünün uğramadığı bir celladın surat bozuntusu…
Burası insaniyet menzilinin dışında zaman ötesi bir mekan!
Kopuk zamanlardan yüz çizgilerine sinmiş tebessüm, rastladığın tek insaniyet izidir burada.
Burası, Ereşkigal’in cehennemi! İnnin’in her itirazı karşısında cehennem bekçisi NETİ’nin, “Sus İnnin! Cehennemin kuralları kesindir, tartışma İnnin cehennemin kurallarını” dediği itaatkar zaman tersinmesindeki dehlizdir!
Burada “hükümlü”sün! Hükmedilensin yani! Soğuk bir nesne gibi mesela, iradesizleştirilmiş, bilinci çarpıtılmış, duyguları metamorfoz olmuş, “terbiyeci”lerine can atarcasına tutkun; idraksız bir objesin, olmalısın NETİ’lerin gözünde.
Ve yalnızsın! Yalnızlığında üzüyorsun sessizliği bazen kapı böğürtülerinle…
Burası TECRİT! Sesin sana gömüldüğü yer!...” 46
“Çocukluk anılarımın arasında, arkadaşlarımla bahçesine izinsiz girdiğimiz yaşlı komşumuzdan duyduğum bir bedduayı hatırlarım. Yaşlı kadın “diri diri mezara gömüleceksiniz” derdi. 2 Haziran 2005’te arkadaşlarımla kaldığım üç kişilik odadan alınıp tek kişilik hücreye konulduğumda, yaşlı kadının sözlerini anımsadım. Konulduğum yer, odadan, hücreden ziyade duvarları yüksek bir mezarı andırıyordu. Bir tecritten daha katı… ve tecride böylece ilk adımımı attım.” 47
“Üç adımdan ötesi köhne bir duvar. Başının üstü jiletli tel. Sağın-solun soğuk demir. Ve sen böyle bir yerde, daracık-dapdaracık bir hücrede, bir dolap, bir ranza, bir sandalye ile yapayalnız kalacaksın yıllarca. Belki de bir battaniye içinde çıkana dek.” 48
sessizliğe karşı
“Tecrit, topluma model olarak dayatılan bir şey”se dışarıdaki bizler nasıl bu hale gelebildik? Onların bu kadar yalıtılmasının yarınlarımızı da kararttığının farkına varmalıydık. Bu sorumluluk, dışarıdaki bizlerin. İçeridekileri umursamayan biz dışarıdakiler, bir gün demir parmaklıklardan taşan karanlığın bizi de boğacağını tahmin edemedik. Duymazdan geldiğimiz o yabancı sözcük “tecrit”, meğerse herkes için geçerliymiş. Yalıtılmaya, yabancılaşmaya, umarsızlaşmaya doğru delice bir hızla sürüklenişimizin, savruluşumuzun en yalın açıklaması, bu gizemli sözcükte saklıymış: tecrit. Tecritteyiz.
“Bilimsel açıdan ‘F tipi cezaevi sağlığa zararlıdır’ önermesi ‘sigara sağlığa zararlıdır’ önermesi kadar doğrudur. Tecridin ruhsal, bedensel etkileri göz önüne alındığında bir veya üç kişilik hücrelerde tutulmanın herhangi bir ceza değil, işkence olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ayrıca yapılan çalışmalar, cezaevlerindeki intiharların büyük kısmının özel cezaevlerinde özellikle hücrelerde gerçekleştiğinin ortaya koymuştur.” (Prof. Dr. Cem KAPTANOĞLU, Şubat 2002, Radikal 2) 49
(…) ABD’de cezaevleri hukuku uzmanı olan Melda Türker, F-Tipleriyle ilgili şunları söylüyordu: “Benim aklım bu kadar felaketi almıyor. İnanamıyorum. Eğer bütün bunlar hep böyleyse bütün Türkiye’nin ölüm orucuna yatması gerekiyor. Ama bunlar hepimizin başına gelebilir. (…) F-Tipi sanki dünyanın en fevkalade cezaeviymiş gibi anlatılıyor. F-Tipi çağdaş, güvenlikli bir cezaevi sistemi değildir. Sadece normalliği sağlaması açısından değil, her açıdan kötü bir sistemdir.” (Pazartesi Dergisi, Sayı 70, Ocak 2001) 50
20 Ekim 2000 günü başlayan ölüm orucu direnişi, Hayata Dönüş operasyonuyla, eylem evleriyle, kanlı Küçükarmutlu baskınıyla büyüdü. Kahredici tecrit koşullarında eriyen sadece bedenler değildi. Kor bir ateş düşmüştü insana dair her şeye… İnsan belleği, balık hafızasıyla çoktan yer değiştirmişti. İliklere dek işleyen duyarsızlığın berisinde analar ağlıyor, Türkiye’nin cezaevleri cehennemi yaşıyordu. Sonra vicdanları tekrar ayaklandıran bir adam eyleme başladı. Avukat Behiç Aşçı, hayatını ortaya koyarak ‘Sessizliğe Karşı’ çıktı. Onun “İnsanlık asla kaybetmez” çığlığı yüreklerde yerini buldu. Çözümün diğer adı ‘3 Kapı-3 Kilit’ ete kemiğe büründü. 51 Peki bir avukat olan Behiç Aşçı neden ölümü göze alacak kadar tecride karşıydı? Bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Hem dünya ölçeğinde hem de ülkemiz ölçeğinde baktığımızda yakın geçmişle bugün, uygulanacak temel politika tecrit olacak. Dünyada ülkeler tecrit ediliyor. Küba, işgalden önce Irak, İran, Kuzey Kore… Bütün bunlar emperyalizme karşı direnen, direnmese bile emperyalizmin tam anlamıyla etki alanına girmeyen ülkeler tecrit edilmeye çalışılıyor. Örgütler tecrit ediliyor. Birçok örgüt terör listesine alındı. Hatta Danimarka hızını alamadı, Greenpeace’i de terör listesine aldı. İnsanlar tecrit ediliyor. Dolayısıyla da ülkemiz için de aynı şeyler geçerli. Ülkemizde de işçiler, memurlar tecrit ediliyor, köylüler tecrit ediliyor. Partiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, her şey ve her yer tecrit ediliyor. Bu yüzden de bence tecrit, temel öneme sahip temel bir konu. Bizim sorunlarımızın çözümü birlik ve beraberlik. Eğer biz de halkın değişik kesimleri olarak tecrit edilirsek, tecride göz yumarsak, devletin bu siyasi politikası için gerekli alanı açmış olacağız. Zaten yıllardır bu konu özgün bir biçimde formüle edilmiş. Bunu hapishanelerdeki tecrit politikasına uygulamak gerekirse, ben hapishanelerdeki tecrit uygulamalarının simgesel bir önemi olduğuna inanıyorum. Siyasi iktidar açısından hapishanelerde tecrit diye bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Siyasi iktidar açısından önemli olan tecrit politikası değil, o simgesel anlam. Çünkü hapishanelerde bulunan insanlar, halkın evlatları. Sen, ben, biziz. Biz tecride alındığımız zaman iktidar açısından politikalarını uygulamak için çok daha uygun bir zemin ortaya çıkıyor. Bugüne kadar halkın en aydın kesimleri, devrimcileri hep hapishanelere kapatıldığı için, baskı politikalarına karşı ilk tepki de hapishanelerden geldi. Bu tepki doğunca da, sivil topluma göz dağı verdi devlet. Zaten F-tipleri ilk açıldığında ‘Bakın, bu işleri bırakın yoksa sizi tecride kapatırız’ dendi. Bu tehdit de bence bunu kanıtlıyor. Dışarıdaki halkı tehdit etmek için yapılmış bir hapishane sistemi. Bu nedenle oradaki sürece çok fazla önem verdiler. Hep söylüyorum. Ölüm orucu sürecini siyasi iktidar çözebilirdi. Çözmediler. Bunun nedeni dokuz kişi bir arada yaşayınca içeri giremeyecekleri kaygısı, sayım yapamayacakları kaygısı, güvenlik değil yani. Bunun tek nedeni tecrit politikalarının yara almaması, delik açılmaması. Salt bu nedenle biz tecride karşı mücadelede çok kararlı olmalıyız.” 52
bir çözüm önerisine yahut öğüte destek
“Sen bu ülkeyi sevmeye, kimsenin cesaret edemediği yerlerinden başlamalısın. Bizim sözcüklerimiz dünyanın kimi topraklarında çamuru ve tohumu örgütlüyor şu anda. Sözcüklerine güven. Senin sözcüklerin şimdi Amazon kıyılarında çocuklara bedava süt içiriyor, üniversitelerde yoksul çocukları okutuyor. Senin sözcüklerin sevgili kardeşim, Hindistan’daki bir donsuzun kendine Birleşmiş Milletler genel sekreterinden daha fazla güvenmesini sağlıyor. Meksika’da yeryüzüne ayak direyen köylü senin sözcüklerini alıp o sözcüklerden yeni bir dünya yapıyor. Çamurdan ve insanlardan korkma. Senin sözcüklerin her ikisini de iyi ediyor zira.” 53
“En korktuğumuz, bizden en uzak tutulan yerden başlayalım bu memlekete bakmaya. En ne diyeceğimizi bilemediğimiz yerden konuşalım kekeme mekeme. Biz en çalışkan ve en maceracı öğrencileriyiz yeryüzünün; bu memleketin en karmaşık matematik problemi bu ise eğer, bil ki tam bize göre. O tepelerin, bizim en anlamadığımız, bir çıldırma noktası olarak gördüğümüz o halini anlarsak o tepelerin, belki gerisi gelir, tekrar başlarız hikâyelerimizi birleştirmeye.” 54
Mansur, “Cehennem acı çektiğimiz değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.” diye boşuna dememiştir.
Kaynaklar:
(1) Ece Temelkuran, Ne Anlatayım Ben Sana, s. 9, Everest, 2006
(2) a.g.e, s. 6
(3) Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, s. 1928, 2005
(4) Selami Kurnaz, TECRİT yaşayanlar anlatıyor, s. 15, Boran, 2005
(5) a.g.e, s.13
(6) F tipinden Yeni İnfaz-İzolasyon Yasasına Mahpusluktan Kürek Mahkumluğuna, Çağdaş Hukukçular Derneği Merkez Yayın Organı Özel Sayısı, s. 13, 2004
(7) Selami Kurnaz, TECRİT yaşayanlar anlatıyor, s. 123, Boran, 2005
(8) Alper Turgut, Sessizliğe Karşı, s. 206, Ant Kitap, 2007
(9) F tipinden Yeni İnfaz-İzolasyon Yasasına Mahpusluktan Kürek Mahkumluğuna Çağdaş Hukukçular Derneği Merkez Yayın Organı Özel Sayısı, s. 49, 2004
(10) a.g.e, s. 81
(11) a.g.e, s. 85
(12) Tecriti Yaşayanlar Anlatıyor - Hapishane Mektupları, s. 4, İnsan Hakları Derneği, 2006
(13) Alper Turgut, Sessizliğe Karşı, s. 206, Ant Kitap, 2007
(14) adı geçen tüm kaynaklar derlenerek oluşturulmuştur. (Ü.K.)
(15) Alper Turgut, Sessizliğe Karşı, s. 195, Ant Kitap, 2007
(16) Selami Kurnaz, TECRİT yaşayanlar anlatıyor, s. 57-123, Boran, 2005
(17) a.g.e, s. 275
(18) a.g.e, s. 278-279
(19) a.g.e, s. 279
(20) a.g.e, s. 280
(21) a.g.e, s. 281-282
(22) a.g.e, s. 290-291
(23) a.g.e, s. 291
(24) a.g.e, s. 295-296
(25) a.g.e, s. 298-300
(26) a.g.e, s. 300
(27) Alper Turgut, Sessizliğe Karşı, s. 195, Ant Kitap, 2007
(28) a.g.e, s. 195-196
(29) a.g.e, s. 197-200
(30) Ayşe Düzkan, Behiç Aşçı Kitabı, s. 31, Versus, 2006
(31) a.g.e, s. 31
(32) a.g.e, s. 32
(33) Alper Turgut, Sessizliğe Karşı, s. 201, Ant Kitap, 2007
(34) a.g.e, s. 201
(35) a.g.e, s. 201
(36) İsmail H. Sadiç, Puslu Aydınlık, s. 3, Şubat, 2001
(37) Selami Kurnaz, TECRİT yaşayanlar anlatıyor, s. 7, Boran, 2005
(38) a.g.e, s. 48-52
(39) a.g.e, s. 207
(40) Alper Turgut, Sessizliğe Karşı, s. 196, Ant Kitap, 2007
(41) Tecriti Yaşayanlar Anlatıyor - Hapishane Mektupları, s. 6, İnsan Hakları Derneği, 2006
(42) a.g.e, s. 20
(43) a.g.e, s. 40
(44) a.g.e, s. 54-55
(45) a.g.e, s. 64-65
(46) a.g.e, s. 90
(47) a.g.e, s. 141
(48) a.g.e, s. 197
(49) Selami Kurnaz, TECRİT yaşayanlar anlatıyor, s. 68, Boran, 2005
(50) Ayşe Düzkan, Behiç Aşçı Kitabı, s. 16-17, Versus, 2006
(51) Alper Turgut, Sessizliğe Karşı, arka kapak yazısı, Ant Kitap, 2007
(52) Ayşe Düzkan, Behiç Aşçı Kitabı, s. 71-72, Versus, 2006
(53) Ece Temelkuran, Ne Anlatayım Ben Sana, s. 9, Everest, 2006
(54) a.g.e, s.10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder